27 Aralık 2009 Pazar

Arama motorlarında itibarınızı kaybetmeden...


Online itibar yönetimi çerçevesinde akla gelen ilk konulardan biri kurum/marka hakkında negatif içeriklerin arama motoru sonuçlarında ilk sıralarda gelmesi. Satın alma kararı vermeden önce online olduğumuz zamanların büyük bir yüzdesini arama motorlarında geçirirken, marka yöneticilerinin ya da iletişim uzmanlarının buna neden hassasiyet gösterdiğini anlamak zor değil.


Tabi ki de "itibar süreklidir" sözünü unutmadan, herşeyin aslında ürün ve hizmet felsefesinde başladığını bilmek gerek...Fakat özellikle, daha önce de vurguladığımız şekilde, tüketici bilinçsiz şekilde hareket ederek marka itibarınıza zarar verebiliyor. Yaşamanız olası krizlerin öncesi ve sonrasında, kullanacağınız arama motoru görünürlüğü stratejileri ile zararları minimuma indirgemek mümkün...


Fakat online itibar yönetimi konusunda kurum/marka nezdinde, aslında teknik bilgiyle değil mantıksal açıdan bile çıkarımı yapılabilecek bir takım aksiyonlar alınması gerekiyor...Ve bunlar sadece negatif içerikle mücadele kapsamında değil...Tahmin edilemeyen konular marka itibarına zarar verebiliyor ya da olası faydadan yararlanılmıyor...


Mesela devasa bir etkinlik için efor sarfediyorsunuz. Online ve offline medyayı maksimum iletişim ve tanıtım için kullanıyorsunuz. Fakat sizi merak eden tüketici, arama motorlarına "etkinliğin ismini" bile girdiğinde web sitenize ulaşamıyor. Direk linki bir yerden bulabildiyse ne şanslı...Ve sonra "bu kadar önemli bir etkinliğin web sitesi bile yoksa, nesi önemli algısı..."FAIL #1


Edelman Digital, arama motoru görünürlüğü kapsamında paid search ve optimizasyon'a ek olarak iki konuya daha değiniyor. Medyada coverage elde edebilme amacıyla yayınlanan metinlerin, ek olarak arama sonuçlarını da etkileyebilecek şekilde kurgulanması-arama motorunda yoğunlukla kullanılan anahtar kelimeleri kapsaması (Google insights) ve markaların sosyal medyada dijital bir varlık göstererek sosyal arama sonuçlarını etkilemesi.




Tabi sosyal medyada varlık göstermenin informatif değil interaktif bir durum olduğunu kavramış olan markalar için bu daha olumlu sonuçlar veriyor...Paylaşılmaya değer içeriklerin sayısı arttıkça arama motoru sonuçları markaların yüzüne daha çok gülüyor.


Bir diğer önemli konu ise kriz iletişimi kapsamında alınabilecek aksiyonlar. Bu konuda benim aklıma gelen ilk nokta, kriz anında ulaşılabilir ve gerçek zamanlı bilgiyi mevcut tüm kanallarda paylaşıyor olmak...


Bu arada Serbay Arda Ayzit'in eski bir blog yazısını da tekrar gündeme getirmekte yarar var:




Bugün kişiler yeni tanıştıkları insanları bile Google'da ararken (ben demiyorum analytics diyor:) ) ve çıkan sonuçlar ile bir ön değerlendirme yaparken, kurumlar açısından sürdürülebilir itibar ne anlama geliyor merak ediyorsanız, artık ne yapacağınızı biliyorsunuz...


Google the company itself!

13 Aralık 2009 Pazar

BM İklim Zirvesi Sürerken...

Bu sene 7 Aralık tarihinde Kopenhag'ta başlayan İklim Zirvesi'nde , 2012 itibariyle vadesi dolacak olan Kyoto Protokolü yerine, daha geçerli-daha kapsamlı bir konsensus oluşturulmaya çalışılıyor.
İklim değişikliği ile ilgili çarpıcı gerçekleri TedxBosphorus etkinliğinde dinleme fırsatı elde etmiştim. Yaşanan değişim tahmin edilenden hızlı şekilde gerçekleştiği ve etkileri daha hızlı görülmeye başladığından, dünya devletleri yeni finansman, vergi modelleri ve düzenlemelerle ortak çözüm arayışındalar.

Dünya devletlerinin gündemi "İklim Değişikliği" iken, çevre konulu sosyal sorumluluk projelerinin de kurumlar nezdinde değeri gittikçe artıyor. Projeler kurumsal vatandaş formatında mı yoksa diğer faaliyetler için bir özür niteliğinde mi bu soru hep sorulurken, Türkiye'de şu anda aktif olan çevre konulu sosyal sorumluluk çalışmalarına biraz göz atalım istedim:


Öncelikle sosyal medya kullanımı ile de dikkat çeken ve Türkiye Sınai Kalkınma Bankası tarafından hayata geçirilen: http://cevreciyiz.tv/ portalı, aynı zamanda bu konuda çeşitli STK'lar tarafından gerçekleştirilen kampanyaların tanıtım filmleri ve kısa filmlere de ev sahipliği yapıyor. Web portalı gerçekten çok kapsamlı ve dinamik bir içerik sunuyor.


Bir diğer dikkat çeken proje " 81 İlde 81 Orman" Türkiye İş Bankası'ndan.. Türkiye'nin en büyük kurumsal ağaçlandırma çalışmalarından biri olduğu söylemi ile yürütülen proje, Çevre ve Orman Bakanlığı ve TEMA ile işbirliğinde gerçekleşiyor.


Bir bilinçlendirme çalışması ise Unilever ve Tesco Kipa'dan: "Yarının İzleri"... Geleceğin büyükleri olan çocukları şimdiden çevreye karşı duyarlı bir bilinçle yetiştirmeyi amaçlayan çalışmalar kapsamında interaktif eğitim yolu ile farkındalık yaratılması amaçlanıyor. Projenin çıkış noktası ise aslında hep dediğim gibi önemli bir gerçeğe ışık tutuyor: Dünyanın içinde bulunduğu tehlikeye karşı sadece hükümetlerin çabasıyla bir şey yapılamaz. Asıl konu bilinç yaratmak ve bu konuda farkındalığı artırmak.


Diğer güncel projeleri Türkiye'nin kurumsal sosyal sorumluluk platformu olan http://kurumsalsosyal.com/ adresinden inceleyebilirsiniz.



10 Kasım 2009 Salı

HR ve İletişim Nereye Gidiyor? Öne Çıkan Kavramlar ve Notlar...

15.11.2009/ Geçtiğimiz hafta PERYÖN'ün 17. defa düzenlenen Ulusal İnsan Yönetimi Kongresi'nde Küresel Mali Kriz "Out, İletişim ve İstihdam "In" (Mi?) konulu oturumdaydım. Dünyanın en büyük halkla ilişkiler şirketlerinden biri olan Fleishmann Hillard ve yine dünyanın en büyük kariyer sitelerinden biri olan Monster'ın üst düzey yöneticilerinin yer aldığı oturumda ekonomik kriz, değişen iş gücü ve HR iletişimi ele alındı.
Ekonomik krizle birlikte gerçek değer yaratan, doğru rolde doğru insan kullanımının önem kazandığını hepimiz biliyoruz . İş gücü profilindeki en önemli değişiklik ise , önümüzdeki 15 yıl içerisinde Y jenerasyonunun yönetim kademelerinde yer almaya başlaması ile işveren- çalışan arasındaki ilişkilerde gözlenecek deniliyor. Monster VP'ye göre daha talepkar, işveren karşısında daha güçlü konuma gelecek olan bu kalifiye nesil, aynı zamanda sıklıkla iş değiştirdiği için gerçek "yetenek" kaynağı bulma konusunda da şirketler zorluk çekmeye başlayacak.
Oturumda iş/ yaşam dengesi konusunda daha hassas olan, maaştan daha başka arayışlara giren bu kitleyi etkilemek için benim de zaman zaman değindiğim önemli bir kavram işaret edildi: "İşveren Markası"...Başarılı bir kurumsal stratejinin artık ayrılmaz bir parçası olan "İşveren Markası" önümüzdeki yıllarda daha da önem kazanarak "Yetenek" leri bünyesinde toplayan şirketlere açık ara bir liderlik sağlayacak.
Fleishmann Hillard, ekonomik krizle birlikte şirket içi ve HR communication alanındaki danışmanlıklarında benimsedikleri felsefeyi paylaştı. Krizin etkilerinin hala hissedildiği bu dönemde "İletişim"in en önemli kavramlardan biri olduğuna değinirken, çalışanları ve paydaşları ile etkin iletişim sürdürmek isteyen şirketler için dijital medyayı işaret ediyor: "Ceo Blog".
"Online iletişim" e doğru bu yönelim, beraberinde işe alım yöntemlerinde de popülerleşmeye başlayan "sosyal medya kullanımı" konusunu gündeme getiriyor. Bir diğer konu ise şirket içi "Eğitim", öyle ki çalışanlar maaşları artmasa bile eğitim olanaklarından vazgeçmek istemiyor. Peki zaman ve diğer kaynakların kısıtlandığı ve online iletişimin güçlendiği bu noktada "E-learning" konusunun da önem kazanacağını söyleyebilir miyiz? Kesinlikle!
Çalışanlarla ilişkilere değinmişken , tüm paydaşlara karşı " Sosyal Sorumlu" olması gereken kurumlar da ele alındı. Bu noktada bir iletişim danışmanlığı şirketinden duyulan şu sözler de gayet yerindeydi: "KSS'yi, şirketin diğer anlamsız faaliyetleri için bir telafi olarak kullanmayı bırakın"
...Ve "İtibar Yönetimi"...80+ yaşında ve aslında ne iletişim ne de yönetim danışmanlığı ile alakası olan bir kadının söyleminden aktarıldı: "Herkes hakettiği itibarı görür"
Çok keyifli ve faydalı bir oturumdu...

5 Kasım 2009 Perşembe

Sosyal Medya'ya global bir bakış

Bir kaç ay önce US'de pazarlama ve iletişim alanında çalışan ve Syracuse Üniversitesi'nde yüksek lisans yapan bir colleague ile araştırma projesine katkıda bulunmak üzere telefon mülakatı gerçekleştirdik. Konu sosyal medya ve kriz iletişimi üzerineydi fakat uluslararası düzeyde bir araştırma projesi olduğu için bölgesel bazda uygulamalarla ilgili de çok kolektif bir çalışma yapılacaktı.
Görüşme öncesinde bana yöneltilecek sorulardan bazılarını paylaşmıştım.
Geçtiğimiz günlerde bitirdiği projesini katılımcılardan biri olarak benimle de paylaştı. Ben de araştırmadan küçük notlar aktarmak istiyorum..
Araştırmaya Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 12 ülkeden 12 iletişim şirketi katıldı. Özellikle kriz iletişiminde sosyal medyanın rolü ele alındı, danışmanlık verilen kuruluş/markaların sosyal medyada neye göre yer almalarının ya da yer almamalarının tavsiye edildiği soruldu, markaların negatif ve yanlış içeriğe karşı nasıl bir tutum geliştirmelerinin önerildiği araştırıldı.
İlginç örneklerden biri Mayıs 2009'da domuz gribi vakalarının dikkat çekmesi ve global düzeyde paniğe sebep olması ile birlikte, çeşitli kurum ve kuruluşların sosyal medyada aldığı aksiyonlarla ilgili. İnsanlar internette "domuz gribi" keyword araştırmaya girişmişken, çeşitli sağlık grupları Twitter'da söz birliği ile korkuları yaıtştırmaya çalışıyor, Meksika Turizm Ofisi bu olaydan en az yara almak için sosyal medyaya sarılıyor, Salgın Hastalık Merkezi twitter, facebook ve myspace entegrasyonu ile tansiyonu düşürmeye çalışıyor...Ve tabi bunlar geleneksel medya çalışmaları ile koordineli şekilde yürüyor...
Araştırmada değinilen noktalardan biri sosyal medyada kriz iletişiminin ülke bazında internet penetrasyonu sebebi ile ne kadar etkin olabileceği...Geçtiğimiz günlerde yapılan bir sunumda TR'nin ne kadar hızlı büyüyen bir pazar olduğuyla ilgili rakamlar yer alıyordu. Evet doğru! Ama bugünlerde TR'de "domuz gribi" gündemi parlarken, web ortamında şöyle bir arama yaptığımızda bulabileceğimiz tek şey "kafa karışıklığı"...Bu da pazar olarak büyüdüğümüzün ama aynı oranda olgunlaşamadığımızın göstergesi...Sosyal medya denilen de halihazırda alternatif bir uzay değil, gerçek hayatlarımızın bir yansıması değil mi zaten?...
Araştırmadan bir kaç nokta...
  • 12 ülke katılımcıları tarafından sosyal medyanın dominant kullanıcısı 14-35 yaş arası olarak lanse ediliyor.
  • Büyük bir çoğunluğu Obama'nın seçim başarısı sonrası sosyal medyanın siyasi oluşumlar tarafından da yoğun kullanılmaya başladığını belirtiyor.
  • Danimarka, İsrail ve TR hariç çoğunluk PR ve iletişim fonksiyonu olduğunu söylerken biz işin içine doğası gereği IT ve web fonksiyonlarını da katıyoruz. Yunanistan'da ise tamamen web fonksiyonu olarak düşünülüyor.
  • Ayrı bir fonksiyon olarak hizmet verme konusu daha çok "yeni" olarak düşünüldüğü için yarı yarıya destek buluyor.
  • Bulgaristan yüksek internet kullanımı penetrasyonu ile bu konudaki gelişmeler açık bir pazar, Hindistan'da ise hükümet her yerde internet erişimi olabilmesi için ciddi yatırımlar yapıyor.
  • Kriz iletişimi kapsamında, oluşan diyalogları gerçek zamanlı takip etme ve bilgilendirme, bazen konuşmalara müdahil olarak açıklama getirme, kriz anında bir erişim noktası oluşturma önde geliyor.
  • Sosyal medya çalışmalarını ölçümleme kapsamında en çok dikkat çekenler: sosyal ağlardaki oluşumlarda yer alan geribildirimleri değerlendirme, blog ranking ve içerik analizi, online surveyler...
  • Sosyal medyada kuralına göre oynamanın adı: Spamden kaçınma ve olumlu/olumsuz her türlü içeriği dinlemeye isteklilik
  • Sosyal medyanın fonksiyonel anlamda hala bir ground bulamamasının en büyük sebeplerinden biri şirketlerin hala control-freak tutumları ve şirket içi görevlendirme yapılan bir sorumlu olmaması.
Çalışma 12 ülkeden 12 isim ile gerçekleştirildiği için bir anlamda iletişim profesyonellerinin kendi gözlemleri ile sınırlı. Olabildiğince objektif verilen cevaplardan derlenen sonuçlar yine de ortaya global bir resim koyuyor.
Küçük bir detay olarak araştırma içinde geçen quotelarda TR'de bir iletişim profesyoneli olarak verdiğim cevapların sık sık kullanıldığını gördüm. Bu da TR'nin yakında global düzeyde ses sahibi olacağını hissettiriyor. Son dönemde bir çok TR şirketinin global düzeyde aldığı ödüllerle de bunu gözlemlemek mümkün.
Araştırma, IABC ve PRSA'de de yayınlanacak...

29 Ekim 2009 Perşembe

KSS Çözümleri Pazaryeri ve HAS Akademi

Daha önceki yazılarımdan birinde bahsettiğim Türkiye Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği'nin CSR Europe ile ortak düzenlediği "KSS Çözümleri Pazar Yeri" 23 Ekim 2009 tarihinde İstanbul'da gerçekleşti.

Türkiye'de Kurumsal Sosyal Sorumluluk alanında çalışmaların hızlandırılması için büyük önem taşıyan projeye aralarında Unilever, P&G, Turkcell gibi Türkiye'nin ve dünyanın önde gelen markaları katılım gösterdiler.
Karne töreninde en yüksek notu alan kurumlara ve KSS uygulamalarına ulaşamasam da, katılım gösteren şirketler ve projeleri hakkında yayınlanan online katalogu inceleyerek en azından kendi top 5imi seçtiğimi söyleyebilirim:).

http://www.kssd.org/dl/katalog.pdf

Bu çalışmalar dışında ise asıl bahsetmek istediğim geleceğin " KSS Önderleri" ni yetiştirme amaçlı olarak kurulan Kadir Has Üniversitesi KSS Akademisi. Üniversite ve Türkiye KSS Derneği işbirliği ile kurulan akademi, bir çok sosyal paydaş için bir KSS merkezi işlevi görürken-bana göre en önemlisi- bugünün öğrencileri yarının ise liderleri için bir bilinç aşılama görevi görüyor. Nitekim Sosyal Sorumluluk dersi, eğitim takvimine zorunlu ders olarak girmiş durumda, öğrenciler STK'lar ile tanıştırılıyor, kaydadeğer sosyal sorumluluk projeleri bizzat öğrenciler tarafından hayata geçiriliyor.

TED, Futuristler, Sosyal Sorumluluk Dernekleri, Akademiler... Bir çok oluşum, dünyanın geleceği için şimdiden düşünüyor ve çalışıyor. Tüm bu çalışmalar arasında ise yeni jenerasyonu bugünden bilinçle donatma konusunun kurumsal bazda Türkiye'de de bir üniversite tarafından sahiplenilmiş olması gerçekten alkışı hakediyor.

Türkiye Kurumsal Sosyal Sorumluluk Çözümleri Pazaryeri

28 Ekim 2009 Çarşamba

Fashionable İstanbul'a Blogger Damgası!

Farkındayım, uzun zamandır birşeyler karalayamıyorum. Fakat bu sırada boş durmadık, çalıştık:) Aslında blogumda kendi yaptığımız işlerden bahsetmeyi pek sevmesem de geçen hafta gerçekleşen Fashionable İstanbul'u atlamak istemiyorum...:)

Yurtdışı moda şovlarında şahit olduğumuz blog yazarlarını davet etme ve içeriden canlı canlı bildirimde bulunmalarını sağlama durumunu Fashionable İstanbul için de gerçekleştirdik. Moda konusunda aktif içerik üreten, bu konuda bilgi düzeyi ile iddialı olan blog yazarlarını kotamız dahilinde davet ettik. Kendileri de bizi kırmayarak bu muhteşem etkinlikte heyecanımızı paylaştılar:)


Tüm bu çalışmalar sonucunda davet edilen blog yazarlarımız, 50nin üzerinde blog yazısı, 100lerce tweet, 350 küsür fotoğraf yayınlayarak orada bulunamayan ve etkinliği bloglar üzerinden takip etmek isteyenlere canlı canlı ulaştı. Özellikle backstage de neler olduğunu izlemek ayrı bir heyecan kattı. Bir dolu yorum ve bir dolu teşekkürle, blog yazarları gözünden bunları okumak gerçekten müthişti. Yorumları takibe ve bilgilendirme yapmaya devam ediyoruz...



Etkinlikle ilgili neler tweetlenmiş bakmak isteyenler özellikle #fashionableistanbul u takip edebilirler.


Benden haberler şimdilik bu kadar...:)


28 Eylül 2009 Pazartesi

Web 2.0 için PR Etiği

Güvenilen kaynakla bilgi alışverişi...İnternetin olmadığı dönemlerde kısıtlı iletişim teknojileri ile gerçekleştirilen eylem, özellikle web 2.0 teknolojilerinin hayatımıza girmesi ile hızlandı, kapsamı genişledi ve kulaktan kulağa yayılımı hızlandı.
Günümüz koşullarında, bir çok aktif internet kullanıcısı, aynı anda hem hedef kitle hem de rol modeli işlevini görürken, içerik sağlayıcıları ve halkla ilişkiler fonksiyonları arasında "etik" bir bağ kurulmaya çalışılıyor.
Halkla ilişkilerde etik yeni bir konu değil elbet, hatta meslek kadar eski...Nitekim mesleğin saygınlığının artmasının etik kodlara uyumla paralel ilerlediğini söyleyebiliriz. Ne de olsa ilgili her kitap tanımında geçtiği gibi "hedef kitlelerle iki taraflı kazanım yaratma" ancak ve ancak şeffaf ve dürüst bir iletişim modelinden geçiyor.

Halkla ilişkiler tarihi bu çerçeveden uzak olumsuz vakalar barındırsa da bugün bir meslek sahibi olarak anılmak isteyen her icraatçi bu etik kodlara uyacağını taahhüt eder, bu prensipleri kabul eden şirketlerde çalışmak ister.

Sosyal medyanın geleneksel medya kanallarına nispeten özgür yapısı ile hayatımıza girmesi ile birlikte halkla ilişkiler fonksiyonu da daha esnek ve yaratıcı olma şansı yakaladı, hedef kitlelerle direk iletişim kurma ortamı doğdu. Bu ortamda marka/kurumun pozitif içerik yaratma arayışı tüketicilerin gerçek düşüncelerini paylaşması ile şekillendi, oyunun kuralları belirlendi, yanıltıcı/ sahte içerik elendi.

Sosyal medyanın bu kadar yükselmesinin başlıca sebeplerinden biri de bu değil miydi? İletişimi gerçekten kişiler ve gruplar arası boyuta taşıyan, daha güvenilir olarak anılan bir ortam? Bu noktada online ya da offline yürütülen iletişim çalışmaları için bağımsız bir etik kod yaratmak anlamsız olurdu.

Sosyal medyada PR etiği ders konularına bile girmeye başlarken, mesleki dernekler de bir prensip oturtmaya çalışıyor... CIPR da (Chartered Institute of Public Relations) bu prensip çerçevesinde yayınladığı sosyal medya için etik kodlarında uygulayıcılara yol gösteriyor.

Bu manuelin bir bölümünde sosyal medyanın dinamiğini tanımlarken diyor ki:

"İtibar süreklidir"

Yani bir marka/kurum geleneksel mecralarda hedef kitle ile buluşurken hangi algıyı uyandırıyorsa sosyal medya da onun bir uzantısı olacaktır. Bu sebeple markaların dolayısıyla onlara bir iletişim stratejisi çizen PR uzmanlarının da sosyal medya ortamında sahte kimlikler ve sahte içerikler ile uzun vadede gerçek bir iletişim başarısı yakalayamayacakları görülüyor.

Sosyal medya nedir diye başlayan, PR uzmanlarına yol çizen, SEO, online reklamcılık gibi konularla bağlantı kuran ve uygulama noktasında tüm bunları etik bir resme oturtan bu kılavuz, bugün "ben Online PR yapıyorum" diyen herkesin elinde olmalı...Ancak ve ancak bu şekilde sektör standartları belirlenir, sosyal medya markaların uzun vadeli başarı beklediği, hedef kitlelerin de güven duyduğu bir ortam haline gelir.

13 Eylül 2009 Pazar

Market Intelligence 2.0

İtibar yönetimi konusunun önemini kavrayan iletişimciler için, bunu online ortama da taşımak, aktif sosyal medya içerik takibi yapmak yeni bir konu değil.

Online itibar yönetimi kapsamında, marka/kurumla ilgili içeriğin aktif takibi, elde edilen içeriğin analiziyle marka/kurum adına bir içgörü yaratma ve içerik sahibi olan hedef kitle ile etkileşimden bahsediliyor.

İster olumlu içeriğin gözlenmesi olsun ister olumsuz içeriğin takibi ve uygun görülen durumlarda yanlış bilgiyi doğrusu ile besleme ya da gerçekleştirilen çözüm iletişimi, sonuç olarak markanın/kurumun adının geçtiği her içerikle oluşan bu geri bildirim havuzu tüm süreçler adına bir fayda oluşturuyor. Bu da kullanmayı bilen markalar/kurumlar için inanılmaz bir şans.

Günümüzde dijital dünyada aktif olarak yer alsın/almasın her markanın/kurumun sosyal medya takibi yapması gerekiyor. Ajansların, iletişim hizmeti verilen markalar adına belki de ilk yapması gereken bu takibin gerekliliği konusunda onları yönlendirmek.

Fakat online ortamda hedefleri belirlerken sadece markanın ismi ile sınırlı kalmak, en az markanın kendisini izlemek kadar önemli olan rekabetin izlenmesi konusunu dışarıda bırakıyor. Stratejik iş yönetiminde vazgeçilmez ve süreklilik arzeden bir esas olan rekabetin gözlemlenmesi konusu, nedense söz konusu online ortamlar olduğunda es geçiliyor...

Peki rekabeti online ortamda gözleyerek neler kazanabilirsiniz?
  • Halihazırda süreçlerinizin bir parçası olduğu varsayılan "market intelligence"geliştirilmesi hususunda rakipler ve pazarın durumu konusunda online ortamdaki verileri de kullanabilirsiniz.
  • Böylece hedef kitlenizin istek/ihtiyaçlarını, piyasadaki trendleri/eğilimleri, rakiplerinizinden önce belirleme ve aksiyona geçme şansı yakalayabilirsiniz.
  • Rakiplerinizin başarıları/başarısızlıklarını gözlemleyerek, analiz ederek kendi markanız/kurumunuz için anlamlı bir yol haritası çıkartabilirsiniz.
Nereden başlamalı?
  • Aktif içerik takibi için belirlediğiniz anahtar kelimeler arasına "rakipleri, direk rakip olarak görmeseniz bile sektörün başlıca oyuncularını, sektörünüzü ilgilendiren ifadeleri, kelime kalıplarını" ekleyin.
  • Belli kelimeler ve kategorilerle elde ettiğiniz verileri kaynakları ile birlikte düzenleyin, saklayın.
  • Bu verileri analiz edin, kısa vadede kullanın, aksiyona geçin ya da uzun vadede iş stratejilerinize dahil edin.
  • Rekabetin içinde yer alan şirketlerin online ortamda kurumsal ya da çalışanları vasıtasıyla gerçekleştirdiği tüm iletişimi izleyin.
Sosyal medya takibinin gerçek faydası, içine rekabeti ve pazarı alan 360 derece bir taramadan geçiyor. Aşağıda faydalı bulduğum bir sunum paylaşıyorum:





30 Ağustos 2009 Pazar

Bilinçsiz tüketiciler sosyal medyada...

Sosyal Medya'da olumsuz içeriğe karşı markaların/kurumların belirleyecekleri tutum ve alacakları aksiyon konusunda Eren 'in açtığı başlık altında yorumlarımı paylaşmıştım:

http://ff.im/2hwi0
http://www.erenkumcuoglu.com/2009/04/20-uzerine-beyin-frtnas.html

"Sosyal medya dediğimiz ortamda, amaç sadece karşı tarafa mesajlarını daha kolay ve hızlı bir şekilde ulaştırmak değil ve bir anlamda algılarını açmak. Bu paylaşım ortamının kendi içinde karalamalar vb. kötü diye nitelendirilebilecek içeriğin de kontrolsüz yayılımına ev sahipliği yapması, konunun aslında her zaman iyi yönetilmesi gereken krizlere geldiğini görebiliyoruz. Ve bu ortam bildiğimiz kriz iletişimine de benzemiyor, daha hızlı cevaplar, daha hakim insanlar ve daha inandırıcı çalışmalar gerektiriyor. En son dominos'un yaşadığı olay da buna delalet...Adamlar cevaplarını çok geç verdi...ayrıca global düzeyde youtube'a video yüklemek yeterli değil. Dominos TR'den sadece bir basın açıklaması gördüm, o da belli gazetelerin internet sitelerinde yayınlanarak bu ortamda ancak vücut buldu. Glokal bir kötüyle mücadele lazım...bu da ayrı bir ayrıntı..."

"müşteri her zaman haklı değildir. ama haklı da olsa haksız da olsa yaklaşım aynı olmalı: ilgi göstermek, durumu açıklamak, çözüm önermek, anlaşılmasını sağlamak..."

"sosyal medya katılımcıları olarak; kötü içeriğin karşısında günlük hayatta gösterdiğimiz kadar şüphecilik göstermeliyiz, hatta belki de daha fazla. Çünkü bu ortam insanların kolayca atıp tutabileceğini sandığı, üstüne de pek fazla sorumluluk kabul etmediği bir yer. bilinçli zarar verme çalışmalarına çanak tutmamak için herkese sorumluluk düşüyor..bu bilinç de uzun vadede kurum kaynakları açısından bir avantaj yaratabilir..."

Daha sonra bu konu etrafında dönen başka bir blog yazısı daha yazdım:

Kontrol mü Bilinç mi Çözüm Hangisinde?

Paylaştığımız ve üzerine tartıştığımız görüşlerimiz, zaman zaman gerçekte yaşanan olaylar ve markaların düştükleri durumlarla vücut bulmaya başladı:
  • Tüketiciler zaman zaman sinirlerine yenik düşüp, aslında bir temeli olmayan suçlamalarla, kurumdan/markadan hak talep edebiliyor.
  • Bu iddialara bilinçsizce destek veren takipçiler, yanlış bilgi ve asılsız ithamlara, hatta suç unsuru teşkil edecek durumlara çanak tutuyor,
  • Kurumlar/markalar karşılaştıkları bu durumu makul çerçevelerde çözümlemeye çalışırken yasal unsurlar, prosedürler ve müşteriye yaklaşımları arasında kayboluyor.
Bu noktada üzerine eğilmek gereken iki nokta var:

1-Bilinçli tüketici olmak haklarınız kadar sorumluluklarınızın da bilincinde olunmasını gerektirir.
2-Olumsuz içeriklerle mücadele eden markalar her müşteriye onu anlamak için yaklaşmalı, iyi niyetli bir tutum sergilemeli fakat gerektiği takdirde kötü niyetli içeriğe karşı kendi prosedürleri ve yasal hakları çerçevesinde yasal yoldan da mücadele etmeli...

Bakın bir sosyal medya katılımcısı ne demiş:


Tüketici hakları kavramının bazı firmalar tarafından satış şartnamelerinde tabiri caizce kılıfına uydurularak sömürüldüğü, etki alanının kısıtlandığı iddia ediliyor. Fakat tüketici malın alıcısı olduğu ve bunu resmileştirdiği durumda, hukuk dilinde bu şartnameyi okuduğu ve kabul ettiği anlamına geliyor. Bu noktadan sonra standardı belirlenmiş ve sizin de kabul ettiğiniz prosedürlere "ben bunu bilmiyordum, bilseydim almazdım, siz de bilin, siz de almayın, bu bir dolandırıcılık" şeklinde firmanın dolaylı yoldan alakalı olduğu bir durum için ithamlar savurmak yukarıda da belirtildiği gibi yasal olarak suç unsuru da teşkil edebilir.

Sosyal medya ortamında birçok olumlu/ olumsuz yanıltıcı içerik bulunuyor. Kişisel deneyim söz konusu olduğunda insanlar paylaşıyor, etki alanı genişliyor ve hep bahsedilen "kartopu" etkisi yaratılıyor. Bazı sosyal medya katılımcıları etki potansiyeli ile kontrol kavramını karıştırıyor olsalar da etki alanı dar ya da geniş, bugün her kurumun/markanın müşterisini dinlemesi gerektiği bir gerçek. Olumsuz içeriğin savunucuları tarafından "tabi ki de marka bu şikayeti dinleyecek, en çok okunan bloglardan biri" algısı yaratmamak için, markaların tüketicilerine eşit mesafede durması ve daha önce de belirttiğim gibi haklı/haksız ilgi göstermesi, durumu açıklaması, çözüme kavuşturması ve anlaşılmasını sağlaması gerekiyor. Aslına bakılırsa markanın tüketiciye sorumluluklarını hatırlatma gibi bir misyonu da bulunmuyor fakat insiyatifi ele alan marka tansiyon yükselmeden bu durumu çözümleyebilir.

Bu noktadan sonra kendisine makul çerçevelerde çözüm önerisi sunulan ve ısrarla kabul etmeyerek durumu farklı bir boyuta taşıyan tüketiciyi ise karşısındaki markanın yasal hakları bekliyor.

Bu yazıda tüketicinin haksız olduğu ve dayanaksız/yersiz hak talep ettiği bir durumdan bahsettik. Tüketici haklarının ses bulduğu ve markaların kendilerine çeki düzen verdiği bir durum ise yine sosyal medyanın ayrı bir konusu...

28 Ağustos 2009 Cuma

Sosyal Medya İletişim Yönetiminde Stratejik PR'ın Rolü

Sosyal medya çalışmaları markaların kurumsal ve pazarlama iletişimi programlarında daha fazla yer almaya başladıkça, konunun hangi departman, hangi fonksiyon, hangi üçüncü parti tarafından yönetilmesi gerektiği de tartışılmaya başlandı.
Bu konuda yazılan blogları, makaleleri tarayarak ve kendi gözlemlerimi de ekleyerek kapsamının online pazarlama kavramından ayrıştığı noktada bir stratejik iletişim/halkla ilişkiler fonksiyonu olduğunu söyleyebilirim.
Sosyal Medya: İletişimin gerçek anlamda hayat bulması
Sosyal medyanın temel dinamiğinin iki yönlü iletişim modelinden oluştuğunu baz alarak, kurumların ve markaların çeşitli taktik, araç ve yöntemlerle mesajlarını daha kolay ilettiği, geri bildirimlere daha kolay ulaştığı, eşik bekçisi olarak tabir edilen geleneksel medya kanallarına takılmadan geniş kitlelerle buluştuğu şeffaf bir ortamdan bahsediyoruz.
Halkla İlişkiler: Diğer fonksiyonlarla entegre bir iletişim planlaması
Halkla ilişkiler fonksiyonu altındaki birçok başlığın bu yeni iletişim ortamında teknolojinin de nimetlerini kullanarak hedef kitlelerini amaçlanan algı etrafında buluşturması uzun ve stratejik planlama gerektiren bir süreç...Ayrıca doğası gereği teknoloji barındırdığı ve pazarlama aktiviteleri mesajlarının bazılarına konu oluşturduğu için birtakım fonksiyonlarla işbirliği içinde hareket etmeli.
Sosyal medya katılımcıları...
Sosyal medya katılımcısı dediğimizde, sadece belli bir markanın halihazırdaki elçileri, tüketicileri, ya da potansiyel kullanıcılarından bahsetmiyoruz. Sosyal medya ortamı, bireyin değişik rolleriyle iletişim kurduğu, algıladığı ve diğer değişik rollerle etkileşime girdiği bir ortam. Bu da halkla ilişkilerin, STK'lardan tüketicilere, yatırımcılardan çalışanlara, hatta ve hatta geleneksel medyada görev alan basın mensuplarına kadar birçok direk ya da dolaylı hedef kitle ile bu yeni dinamikleri olan ortamda iletişim programlarını gözden geçirmesi ve yeniden tasarlaması demek.
Sosyal medyanın kör noktalarını PR dolduruyor...
Sosyal medya çalışmalarında etkin içerik oluşturma, yani hedef kitlenin ilgisini çekecek, ikna edici, etkileşim yaratıcı içerik tasarlama, PR'ın medya ilişkilerinden miras kalan ana konusu... İletişim kanallarının değişmesi ya da gelişmesi, hedef kitle için anlam ifade eden bilginin niteliğini değiştirmiyor, buna ulaşmasını kolaylaştırıyor. Burada sosyal medya katılımcılarına medya mensubu gibi davranmaktan ziyade neyin haber değeri taşıdığı kurgusundan yola çıkılıyor.
Katılımı Körükleme... Pazarlamanın kampanyaları kurguladığı ve yaratıcılıkla sunduğu noktada PR devreye girerek reklam dilinden uzak ve sosyal medyanın ihtiyacı olan samimi şekilde 5N 1K sorularına cevap veriyor...
Gerçek zamanlı iletişim, PR'ın DNA'larında var...Gündemin ve kriz konularının yakından takibi, PR'ın gerçek zamanlı izleme ve aksiyon alınması konusunda hassasiyetlerini kuvvetlendirmiş bir şekilde, sosyal medyanın dinamiğine uyum sağlıyor.
Tam kapsamlı bir sosyal medya varlığı göstermek isteyen markalar PR'a güveniyor. Çünkü PR, hedef kitleyi tüketici çerçevesinden çıkarıp daha geniş bir boyutta ele alarak değerlendiriyor, mesajları buna göre şekillendiriyor.
Halkla ilişkilerin geleneksel başlıkları ve direk/dolaylı hedef kitlesi ile sosyal medyanın ne şekilde entegre olduğu hakkında burada zaman zaman okuduğunuz yazılar var:
Tüm bu dinamikler göz önüne alındığında, gün itibariyle sosyal medya iletişim yönetimine en yakın duran fonksiyon, stratejik halkla ilişkiler...Bu çalışmaların başarıyla sonuçlanması ise gelip insiyatifi akılcı bir şekilde ele alan PR ajanslarına dayanıyor:
  • Sosyal medya kanallarından ziyade hedef kitle ve hedefleri net belirleyen- Hadi bir Facebook account açalım değil, neden açalım, kim için açalım?
  • Varlık odaklı değil sonuç odaklı yaklaşma- Facebook'ta olmalıyız değil, Facebook'ta olmak bize bunu getirir/şunu götürür....
  • İcraat sahiplerinin sosyal medyada kendi varlığı...- Dijital konkur zamanı bir arkadaşın ajanslara dediği gibi: Şimdi mi aklınıza geldi sosyal medyada varlık göstermek?
  • Şirketi ve beyin gücünü sosyal medya hakkında geliştiren- Sadece ücretli eğitimler şart değil, okuyan, araştıran, öğrenen kurum,
  • Diğer disiplinlerle işbirliği- SEO, kreatif, dijital pazarlama vesaire...
  • Nicelik değil nitelikten yola çıkan- 100 bloggera basın bülteni göndermek yerine kendisini ve blog içeriğini analiz edebildiğin, kendi mesajınla ilişkilendirebildiğin 10 blog yazarı ile diyalog kurma,
  • Tıklanmak güzel ama asıl anlam yaratan içeriğin kendisi- Hedef kitle için anlamlı içerik yaratma*
*Council of PR Firms- Best Practices

23 Ağustos 2009 Pazar

Genç Profesyonellerin Gözünden İstanbul "Şehir Markası"

Yüksek lisans döneminde bir dersimizde gerçekleştirilen"şehir markası" projesi kapsamında, kalifiye iş gücü gözünden İstanbul'un nasıl konumlandığı konusunda anket yolu ile yaptığım araştırma sonuçları hakkında birkaç detay(2007)...

Hedeflenen, genç profesyonellerin yaşanabilir çevre ve iş hayatından beklentileri ve bunların İstanbul kriterleri ile kıyaslanma oranlarından, daha ileriki zamanlarda kalifiye iş gücünün İzmir, Ankara gibi diğer metropol şehirlere daha adil bir dağılımı konusunda fikir oluşturmak ve yol haritalarına data elde etmekti.

PERYÖN tarafından daha önce yapılan bir araştırma iş arayanların %71'inin İzmir veya Ankara gibi metropoller yerine İstanbul'u tercih ettiğini gösteriyordu. Dünyanın en ünlü şehirlerinden biri olan İstanbul'un genç profesyonellerin mesleki ve bireysel hedefleri doğrultusunda popülerliğinin temellerinde neler yattığına dair daha derinden bir bakış açısı geliştirmeye çalıştım.

PERYÖN araştırma sonuçlarına göre iş arayanların iş hayatından beklentileri ve başka bir araştırma sonucuna göre yaşanması düşünülen tipik bir çevre kriterleri baz alınarak İstanbul'da çalışan ya da çalışmak isteyen katılımcılara kendileri için önem sıralaması oluşturmaları ve gerçek hayat deneyimleri ile karşılaştırmaları istendi.

İstanbul'un büyük suç oranı, trafik karmaşası, yüksek yaşam maliyeti ile yaşanabilir çevre kriterlerinin bir çoğundan düşük not almasına rağmen, yetenek savaşını her türlü kazanması ise bir şehir markası olarak ne kadar güçlü bir konumda olduğuna ışık tutuyordu. Yüksek maaş ve yan menfaatlere rağmen genç profesyoneller tarafından reddedilen işlere dikkat çeken ünlü bir şirketin bölge sorumlusu İstanbul nüfusunun aşırı yoğunlaştığına ve diğer şehirlerdeki gelişimin dolayısıyla tıkandığına dikkat çekiyordu.

Bütün bu verilerle birlikte; zincirleme bir reaksiyon halinde dünyanın kültür başkentlerinden biri olan İstanbul'un sanayi bölgelerine yakınlığı, birçok şirket merkezinin ve faaliyetlerinin buradan yürütülüyor olması gibi sebeplerle genç profesyonellerin tercihleri de İstanbul için şekilleniyordu. Bu noktada İstanbul'da çalışmakla gerçek kazanımın ne olacağı konusunun daha derinden analizi için yorumlar da alındı.

Katılımcıların doğum yeri, üniversite okuduğu şehir, lisans sonrası herhangi bir yüksek lisans/doktora yapma düşüncesi, medeni hali gibi etkenlerin de değerlendirmede baz alındığı araştırma sonuçlarına göre;

  • İyi okul ve üniversiteler, hem yaşanabilir çevre kriterleri önem sıralaması, hem de İstanbul'un rekabet avantajında en yüksek notu aldı.
  • Ardından sosyal imkanlar ve sağlık merkezleri yer aldı.
  • Katılımcıların %62'sinin trafik ve buna ayrılan zamanın yaşanacak yer konusunda çok önemli olduğunu düşünmesine rağmen, %92 oranı bu kriterde İstanbul'a zayıf not verdi.
  • Suç oranları konusu ise ayrı bir yaşama kriteri olarak İstanbul'un en düşük notlarından birini aldı.

İstanbul'da çalışanların iş hayatından beklentilerinin ve gerçek deneyimlerinin kıyaslandığı ikinci bölümde ise, beklenti sıralamasında çok önemli olarak addedilen ve gerçek deneyim konusunda da çok düşük not olan aşağıdaki kriterler gözlemlendi:
  • Kariyer yapma, iş tatmini ve huzurlu bir yaşam
  • Kişisel gelişim, sosyal haklar ve güvenlik, çalışana saygı
  • Başarının ödüllendirildiği bir iş yeri
Katılımcıların %80'i daha önce İstanbul dışında herhangi bir şekilde hiç iş aramadığını belirtirken, %60 gibi bir oran aynı ya da daha fazla maaş& yan menfaatlere rağmen İstanbul dışında bir iş teklifini kabul etmeyeceklerini belirtti. Katılımcıların %50'den fazlasının İstanbul dışında bir şehirde doğmuş ve yetişmiş ayrıca maaşlarının da yıllık olarak 30000 limitinden düşük olduğu bir durumda, genç profesyonellerin İstanbul'da yaşamak istemesinin iş hayatı fırsatları dışında başka beklentiler üzerinden de şekillendiği anlaşılıyordu.

Genel bağlamda katılımcıların görüşü, iş fırsatlarının çok olduğu İstanbul'da kariyer yapma ve yüksek maaş fırsatının da olduğu idi. Etkin bir networking oluşturma ve sektörel bazda kariyer için en elverişli merkez olması ise diğer etkenlerdi.

Gel gelelim zor yaşam şartlarına ve gerçek hayatla örtüşmeyen beklentilere rağmen, İstanbul'un genç profesyoneller üzerindeki çekiciliğinin devam etmesi, diğer metropol şehirlerin şehir markası kapsamında kalifiye iş gücünü çekme çalışmalarında büyük bir soru işareti oluşturuyor. ..

En modern yaşam standartları ya da kariyer imkanları ve finansal menfaatler gibi rasyonel kurgulara rağmen, genç profesyoneller belki de "I luv this city- Bu şehri seviyorum" diyerek İstanbul'dan vazgeçmiyor...

Peki siz olsanız ne yapardınız? Herşeye rağmen İstanbul mu olurdu? Çalışmak istenilen iş yerleri sıralamasında her zaman başı çeken şirketlerden biri olan Unilever merkezini ve faaliyetlerini bugün İzmir'e taşıdığını duyursa ve size bir iş teklifi ile gelse ne derdiniz?...

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Basın Bülteni Dağıtım Servisleri

Basın listelerini güncel tutmak, yayın hayatına başlayan ya da sona eren gazeteleri, dergileri, TV programlarını takip etmek, medya içi transferleri kaçırmamak, sirkülasyon içinde kim nerede ne yazıyor, neyle ilgileniyor bilmek, bireysel diyaloglar da geliştirmek PR sektöründe medya ilişkileri hizmeti veren taraflar için zaman ve emek isteyen konular...

Basın listelerini PR ajansları için oluşturan ve güncelleyen, medyayı yakından takip eden ve bültenleri geniş bir kitleye servis eden basın bülteni dağıtım hizmetleri ortaya çıktığından beri zaman ve efordan tasarruf ettirdiği ya da ettiriyor gibi göründüğü için yoğun talep görüyor. Ek olarak sosyal medyaya ilginin artması ile birlikte işin içine arama motorları için optimize edilmiş bülten ve dağıtım hizmetleri girdi.

Tüm bu hizmetlerin medya listelerini güncel tutma ve arama motorları ile ilişkilerin güçlendirilmesi gibi bakımlardan işe yaradığı düşünülüyor. Bülten hedef kitlenin eline ulaştı, eline ulaştı ve okudu, okudu, okudu, okudu...Ya da arama motorlarında bültenin kopyaları alakalı alakasız sitelerde yer alıyor, sadece yer alıyor...

Bu hizmetleri akılcı bir bakış açısı ile yorumlamak hem hizmet tarafında yeni fikirlerin oluşturulmasına öncülük eder hem de sonuçta gerçek faydasının sıfıra yakın olduğu kurgulara yatırım yapmaktan marka ya da ajans tarafını kurtarır diyerek biraz ele alalım.

Medya listelerini üçüncü bir tarafın oluşturduğu ve güncellediği bir kurguda,zamanla medya mensupları ile ilişkilerin zayıflaması bir PR ajansı için en önemli sorunlardan biri haline gelebilir. Medya ilişkilerinin en önemli parçalarından biri olan gündemi takip etme ve bağlantılı gündemler oluşturabilme yetisi kaybolabilir. Bülten dağıtımının başarılı çıkışlarla sonuçlandığı çalışmalara baktığımızda nokta atışı yapan, hedef mecrayı, servis bölümünü ve gazeteciyi tanıyan yaklaşımları gözlemleyebiliriz. Bu durumda bültenlerinizin 100,000 kişilik bir listeye giderek belki de %90 oranında okunmadan silinmesi hiçbirşey ifade etmez. Okundu'lu mailler ise bir nebze hedef mecranın ilgisini çekmiş gibi görünse de sonuçta ilgilenmeyen bir gazetecinin mail kutusunda bir kirlilik yaratmak ve belki de onu boğmaktan başka hiçbirşeye yaramaz.

Medya ilişkileri konusu, Amerika gibi PR sektörünün çok geliştiği ülkelerde farklı yönleri ve çözümleri ile ele alınırken, "permission based release distribution -izinli bülten dağıtımı" konsepti yaygınlaşırken, halen daha spam tarzında bültenlerle medyayı ya da diğer hedef isimleri boğmak, birilerinin sizin hakkınızda haberdar olmasını sağlarken, oluşan olumsuz imaj bülten gündeminizin önünüze geçecek ve muhtemelen sadece o hatırlanacaktır.

Arama motoru için optimize edilmiş bülten çalışmalarınız sonrası, backlink'lerin büyük bir çoğunluğu değişik medya kanallarından değil de dağıtıcı sitenizden geliyorsa bu durum çok uzun süreli olmayacak ve akıllı arama motoru sıralamasında muhtemelen başladığınız noktaya geri döneceksiniz. Ayrıca asıl önemli olan sitenize trafik çekmek değil trafiği nasıl bir faydaya çevirdiğiniz, satış mı, bilgi edinme isteği mi vb. İnsanların gerçekten neyi önemsediğini bilmek ve stratejilerinizi bunun üzerine kurmak basit bir mantık ama en yararlısı olduğuna şüphe yok Arama motorlarında birbirinin aynısı bültenler zinciri ise tüketici pratiğinde her zaman deneyim sonuçlarının gerisinden gelir.

Tüm bu açılardan ele alındığında, geleneksel medya veya sosyal medya bülten dağıtım servislerinin gerçek faydasının tekrar değerlendirilmesi, akıllıca yöntemlerle ve stratejilerle kurgulanması gerekli diyebiliriz. Boşlukları doldurabilen hizmet modelleri ve girişimler ise iki taraflı kazanım yaratır ve uzun ömürlü olur.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

PR sektörünün çivilerini yerine takıyoruz

Marketing Türkiye'nin bir PR profesyonelinin içini dökmesi ile ele aldığı medya ve PR ilişkisi üzerine haber çalışması büyük yankı uyandırdı.


Haberin önümüze düşmesi ile birlikte bir çok PR profesyoneli olarak aynı durumlarla karşılaştığımızı hatırladık, hak verdik.


PR sektörünün çivisi çıkıyor derken "İletişim"in ne demek olduğunu bilen markaları, kendi faaliyetlerine bakış açısı ve yetkinliği ile markaları yönlendirebilen, onların çözüm ortağı olan PR profesyonellerini, halkla ilişkiler fonksiyonunu maksimum verimle kullanmasını bilen medya mensuplarını ayrı tutmalıyız...


Sorunları olaylar ve devamı bazında ele alırsak çözümsüzlüğün hep "başedilmesi zor" insan modelinden kaynaklandığını görmek çok da zor değil.


PR-müşteri-medya üçgeninde en hassas görev, talepleri dengeleyen halkla ilişkiler fonksiyonuna düşüyor tabiki de... Fakat ortada bir sorun varsa üç taraf da bunu paylaşıyor..


Bir tarafta beklentilerini sadece kafasına koyduğu gazetede yer almak olarak şekillendiren, kendi faaliyetlerini, haber değeri taşıyıp taşımadığını, medyanın gündemini sorgulamayan müşteri modeli...


Diğer tarafta "haber" ve "etik" kavramlarından uzak, medya organından başka herşey gibi duran yayınlar, mesleğini fırsatçılığa çeviren, acaip beklentilerini arsızca ortaya koyan medya mensupları...


PR tarafında ise ilişki yönetimini beceremeyen, olayları birer iletişimci olarak yönlendirme ve tansiyonu düşürme yeteneğine sahipken, abartan, işi içinden çıkılmaz hale getiren, kimden ne bekleyeceğini bilemeyen ve hizmet verdiği müşteriyi de doğru yönlendiremeyen çalışanlar...


Çok eski bir zamana gitmiyorum ama PR sektöründe çalışmaya başlayalı henüz birkaç hafta olmuşken...Medya mensuplarının davet edildiği bir organizasyonda katılımı netleştirmek için telefonlar açıyordum... Birazcık empati yeteneğine sahip bir insanın yapacağı gibi gazetecilerin sadece bu mailleri okuma ve telefonları yanıtlamak için bile ne kadar çok zaman harcayabileceğini tahmin ediyordum. Bu sebeple aradığım gazetecilere nezaketen bir teşekkür etmek zor gelmiyordu. Fakat bu sırada telefonuma çıkan egosu şişik sevgili basın mensubu biraz da çaylaklığımı sezmiş olacak ki beni TDK gibi sorguya çekti. Efendim LCV için arıyorum diye belirtince merak etmiş, LCV ne demekmiş...İlk önce şaka yapıyor sandım, güldüm..Sonra ciddi ciddi açıklama beklediğini farkedince el mahkum söyledik tabi...Ama içimden başka türlü bir açılım geçmedi dersem yalan olur...Bu sadece bir örnek...Bunun dışında telefonda esneyenler, neler neler...


Eminim her üç tarafa da gidilip sorulduğunda kendilerine garip gelen davranışlar silsilesini anlatabilirler. Burada sadece kendi gözümden anlatmak istedim. Daha önce de belirttiğim gibi olayın tümüyle normal olmayan insan psikolojisinden kaynaklandığını düşünüyorum...


Çözüm nerede dersek, biraz omurgalı duruştan ve bu garip davranışları sergileyenlere nezaket çerçevesi içinde paye vermemekten geçiyor. Birlik olarak üç tarafın da algılarını açması ve çoklu fayda için çalışması...Sonuçta marka iletişim olmadan, iletişim danışmanları iletişim kanalları olmadan, medya ise haber olmadan var olamaz...Çok şanslıyım ki hizmetlerin hakkıyla yerine getirildiği bir yerde öğrendim bu dünyayı, çaylaklık dönemimi atlattım...


Konuyla ilgisi olduğunu düşündüğüm, Necla Zarakol tarafından daha önce kaleme alınan bir yazıyı da ekliyorum...





3 Ağustos 2009 Pazartesi

Dijital Dünyanın Sancıları


Neredeyse 3 ay önce friendfeed'te dijital pazarlama anlayışının TR'de ne durumda olduğuyla ilgili bir başlık açmıştım. http://ff.im/2SH8K. Gelen kaydadeğer yorumlar arasında çıkarımlarımız hep aynı yöndeydi, geçen zaman içinde de pek değiştiği söylenemez:
  • strateji eksikliği
  • sadece bir satış aktivitesi olarak görülmesi, etkileşim süreci olduğunun anlaşılamaması
  • hedefler belirlenmeden yola çıkılan, derinliği olmayan projeler
  • yetkinliği şüpheli uzmanlar
  • ölçümleme konusunda yetersizlik
  • örnek başarılı uygulamaların olmaması...
.....tüm bunların hem sebebi hem sonucu olarak da tanımlayabileceğimiz bir durum daha: dijital dünyaya inançsızlık...

Bu dünyayı yakından takip eden ve markalarımız için çeşitli projeler planlayan iletişim uzmanları olarak olayın neresindeyiz, bunu da değerlendirelim...

Gerçekten kendimize inanıyor muyuz?

Bugün sosyal medya hakkında iddiasını ortaya koyan danışman şirketlerden kaçı, sosyal medyayı gerçekten özümsemiş ve iş süreçlerine dahil etmiş durumda?

Kaçı çalışanları ile birlikte bu dünyayı daha yakından tanımak için hevesli?

Kaçı olayı "müşteri kazanma" boyutunun ötesinde sektörü ve bilgi birikimini bir çıta daha yükseltmek olarak algılıyor?

Kaçı at gözlüğünü çıkarıp, uçmadan, projelerin kör noktasına ışık tutuyor, böylece vaadleriyle tutarlılık sergileyerek itibarını koruyor?

Birilerini birşeye inandırmak istiyorsak, ilk önce kendimize inanmamız gerek, halimizi, ne olduğumuzu, nereye gittiğimizi dürüstçe sorgulamamız gerek...

Halkla İlişkiler ya da Kurumsal İletişim'in sosyal bir bilim olarak bile görülmediği zamanları hatırlayalım...Şimdi ise stratejik yönetim anlayışlarında ses sahibi bir fonksiyon...

Daha çok madde eklenebilir yukarıdaki listeye...Fakat herşey kendimize inanmakla başlıyor...

24 Temmuz 2009 Cuma

Paylaşmak güzeldir, şimdi daha da güzel

Ben de aralarına kendimi katarak çaylakların ve genç profesyonellerin özellikle iletişim sektöründe çok şanslı bir döneme denk geldiğini düşünüyorum. Nedeni basit: Sosyal medya denilen bir ortama sahibiz.

Zaman zaman dile getirdiğim şey, şimdi de tekrarlıyorum, bu ortam ve yabancı dil bilgisi insanın inanamayacağı kadar kaynağa, bilgiye, görüşe, deneyimi gözlemlemesine olanak sağlıyor. Kişisel gelişim ve networking bir yana mesleki gelişim anlamında da bizlere ivme kazandırıyor, farklı fikirleri paylaşıp, tartışıyor, yorumluyoruz. Bu ortamda yer alan deneyimli büyüklerimize danışıyoruz, yönlendirmelerini alıyoruz, paylaştıklarını özümsüyoruz. Kendini yetiştirmeye hevesli herkes beraberinde kitleleri de sürüklüyor, takipçilerini de kendisiyle beraber bir çıta yükseltiyor.
Sosyal medya ortamında yer almak, bu bilgi akışından yararlanmak ve katkıda bulunmak artık bir iletişim öğrencisi için kaçınılmaz.

Bu paylaşımın geri planında ise mesleğine tutkuyla bağlı, öğrenmeye ve anlatmaya hevesli, özverili bir şekilde zamanını ve eforunu adayan, bunu da severek yapan isimler var.

Tuğçe Esener, bu şekilde tanıdığım isimlerden biri...Son olarak paylaştığı sunumun yansımalarını ve aldığı teşekkürleri takip ederken, bir teşekkür de ben eklemek istiyorum...Ve sizi sunumuyla başbaşa bırakıyorum...

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Sosyal Medya'da Etkin İşveren Markası Yönetimi

Mevcut çalışanlarınız, potansiyel adaylar, şirketinizden yolu geçmiş olanlar...Öğrenciler, genç profesyoneller, kıdemli yöneticiler...Sosyal medyada farklı kimlikleri ön planda olan ama bir şekilde işveren markanızın hedefinde olan kitle, sizin hakkınızda ne düşünüyor? Konumlandırmaya çalıştığınız işveren markası onlarla ne şekilde buluşuyor, ne şekilde gündeme geliyor ya da herşey bir tesadüfler zincirinden oluşan diyaloglardan mı ibaret?
Sosyal medyanın iki yönlü iletişime açık dinamiği, "çalışanlar" tarafında da farklı fırsatlar yarattı. Bir kurumun "işveren" olarak nasıl algılandığı ve hakkında konuşulanların ötesinde farklı ortamlar ve uygulamalar ile işveren ve hedef kitlesi arasında tam diyalog dönemi.
Çalışanlar tarafından orada neler oluyor sorusunu sorduğumuzda karşımıza dinlemek için zengin bir kaynak ve söz sahibi olmanın gücü çıkıyor. İşveren tarafında ise adapte olunması gereken, bilinçli çalışmalarla etkileşimi arttırabileceğimiz, bize gerçek iletişimi vaad eden, kontrol edemeyeceğimiz ama varlık göstererek iletişimin yüzünü pozitife çevirebileceğimiz, işveren markamızı layıkıyla yönetebileceğimiz bir ortam.
Potansiyel adaylar sizin nasıl bir işveren olduğunuzu gazetelerden okuyorlar, iş ilanları "eğer özenilmiş ise" gözlerine çarpıyor, iş görüşmelerinde sizi gözlemliyorlar. Klasik bir iş görüşmesinde onlara yöneltilen "sizin sormak istediğiniz birşey var mı?" sorusunu ise gerçekten bu cevabın samimiyetine inanacakları ortamlarda yöneltiyorlar.
Mevcut çalışanlarınız sizi bir anlamda temsil ediyorlar. Onların günlük sıkıntıları, koşuşturmacaları, yüklendikleri sorumluluklar, beklentileri bu ortama yansıyor. Kendi aralarında online komuniteler oluşturarak bir nevi iç iletişimi yönlendiriyorlar. Deneyimi ve gelişimi paylaşıyorlar. Bir sosyal ağ üzerinde paylaştıkları statü, iç morali yerinden zıplatıyor ya da yerin dibine batırıyor.
Eski çalışanlarınız...Belki de fikri en çok sorulanlar, çünkü en rahat konuşanlar. Onlar sizinle birlikte çalışan olarak geçirdikleri sürenin kendileri için ne anlama geldiğini, onlara ne kattığını, ne götürdüğünü işveren markanızı nasıl deneyimlediğini en detaylı anlatabilecek olanlar.
Burada üzerine basılması gereken bir nokta var: İK uygulamalarını insan odaklı kurgulamadığınız sürece işveren markası vaadlerinizle kesişmeyen koca bir balondan başka birşey değil.
Nereden başlamalı?
Öncelikle sosyal medyada sizin etiketinizle diyalog kuran mevcut çalışanlarınız için bir sosyal medya politikası. Çalışanların profesyonel kimliği önde ya da geri planda olması farketmiyor, bu tarz politikalar benimsemek hem kendi açılarından hem de işveren açısından sıkıntıya yol açacak durumları bertaraf ediyor.
İkinci olarak sosyal medyada işveren markanızın takibini yapacak ve sizi temsil edecek, bir iletişim noktası olarak konumlanabilecek yetkili bir isim belirleyin. Bu isim sosyal medya dinamiklerini bilen nitelikte, işveren markanızı da temsil edecek derecede şirketinizde deneyimli olmalı. Gerekli gördüğü noktalarda durumu kime pas edebileceğini bilmeli ve sosyal medya politikanızı benimsemiş olmalı.
Halihazırda sosyal medya ortamında dinleyici olarak yer alıyor, hakkınızda gerçekleşen diyalogları takip ediyorsanız, işveren markanızı ilgilendirebilecek her türlü gelişmeye de algılarınızı açık tutuyorsunuz. Bu durumda sizinle ilgili olabilecek içeriklere karşı yumuşak başlı bir tutum sergileyin, olumluları takdir edin (mesela emekli olan eski bir çalışanınızın duyguları, terfi alan bir çaylağın heyecanı:)), olumsuzları ise gerekli görülen noktalarda dahil olarak bilgilendirici ve pozitif bir tonda yönlendirmeye çalışın. Bir işveren markasının başına gelebilecek en kötü şey, eski çalışanlarının mutsuz bir biçimde bilinçli olarak karalama kampanyasına başlamasıdır. Eski çalışanlarınızın yanında olun, onların devam eden kariyerlerine katkıda bulunmaktan çekinmeyin fakat bilinçli karalamalar konusunda dikkatli olun, ciddiye alınacak kadar ağır suçlamalarla karşı karşıya kalırsanız, yasal haklarınızı kullanmaktan çekinmeyin.
Farklı sosyal ağları farklı uygulamalar ile besleyerek işveren markanızın etkileşimini arttırın. Çalışma ortamınızın nasıl bir yer olduğu ile ilgili videolar, şirketinizden ayrılanlar için kurulan "alumni" gruplar, iç iletişime açık olan kanallar vasıtasıyla düzenlenen online eğitimler, markanızı sosyal medya ortamına samimi bir tonda taşıyan ve çalışanlarınızın organik bir şekilde dahil olduğu kurumsal bloglar, sosyal medya ortamını kullanan yaratıcı işe alım yöntemleri, kurumunuzda vadedilen bir kariyerin hikayesinin iyi anlatıldığı bir kurumsal web sitesi...
Sosyal medyada işveren markanıza sempatik bir yüz, samimi bir ses tonu ve diyaloğa açık antenler kazandırın. Hedef kitlenize dikte etmeyin, onlarla diyaloğa girin, bu markanın çalışanı olmanın yaşattığı/ yaşatacağı pozitif deneyimi birlikte yayın.
Ve çalışanlarınızın sosyal medya kanallarına erişimlerini yasaklamayın...:)
Yararlı bir sunum...

16 Temmuz 2009 Perşembe

Johnson& Johnson imzalı Youtube Kanalı


Johnson& Johnson Youtube'da kendine has bir tasarım ile oluşturduğu sayfa üzerinden sosyal medya ortamında yeni bir alana daha taşındı. Vakti zamanında sağlık hakkında bilgilendirici videolar oluşturan J&J, bunları online ortamda da kullanmaya karar vermiş.

pharmexec.com sitesinden detaylı haberini bulabilirsiniz. Burada, J&J'in yeni açtığı Youtube kanalı üzerinde nasıl kontrollü olabileceğine yapılan vurgu ise ilginç. İsteğe göre kapatılabilecek yorum kısmını bir avantaj gibi yansıtma durumu, sosyal medya dinamiği ile hiç ama hiç örtüşmüyor.

J&J'den önce başka şirketler tarafından da kullanılan Youtube , sağlık kuruluşları ve ilaç şirketleri tarafından web'in kullanımına yol gösterici oluyor. TR'de ilaç firmalarının tanıtımları konusundaki kısıtlamalar, internet ortamına nasıl yansıyor, bir netlik olmasa da, belli başlı bilgilendirici videoların ilgi çekeceğini tahmin ediyorum.

Gelelim J&J kanalının analizine...İlk etapta göze çarpan tasarımın ve renklerin kurumsal bir formatta hazırlanmış olması. "Health channel" ismi sade, hedefe yönelik ve akılda kalıcı...

Başlık altındaki alt sekmeler biraz daha ön plana çıkarılabilir, belki farklı bir yazı karakterinde...

Sekmelerin hemen altında solda kanalın tanımı ve birtakım yasal ifadeler yer alıyor. Bir sağlık firması olduğu düşünüldüğünde bu bilgilerin önplanda olması çok başarılı. Kurumsal web sitesine verilen link ve birtakım profil bilgileri de bu bölümde...

Sağ tarafta ise izlenen video ve hemen altında sosyal medya profilleri yer alıyor...Sosyal medya ortamındaki imzalar çok sıkıcı görünüyor. Bu bölüme farklı bir görsellik katılabilirmiş.

Ayrıca biraz daha aşağıya inildiğinde solda yer alan "connect with JNJhealth" bölümü ile birleştirilmesi de mümkün...

Şu andaki video portfolyosuna ve ulaştığı subscriber sayısına bakıldığında bir başarı yakaladığı aşikar...Bu başarıyı yorumlar bölümünde yer alan olumlu ifadelerde de görüyoruz.

Youtube kanalını hem içerik hem de görsellik bakımından efektif kullanan J&J sosyal medyada bakalım neler yapacak? Küçük bir not düşerek diğer J&J çalışmalarına kısa linkler:

Sosyal Ağ Topluluğu: http://www.facebook.com/ADHDMoms

Facebook Uygulama : http://www.facebook.com/apps/application.php?id=27415190831

Blogger İlişkileri:
http://www.brandweek.com/bw/news/recent_display.jsp?vnu_content_id=1003788871

Tarihsel kurumsal blog: http://www.kilmerhouse.com/

Kurumsal blog: http://jnjbtw.com/

26 Haziran 2009 Cuma

Sosyal Medyada Başarılı Çalışmalar- Giriş

Geçenlerde TR'de ve uluslararası platformda başarılı bulduğum sosyal medya projeleri hakkında yazacağımı söylemiştim. Projeleri inceleyebilmek için birçok kaynak kullanıyorum ve elimde baya ilginç bir kaynak var. Yararlanmak isteyenler şu adrese bakabilir: http://wiki.beingpeterkim.com/. Bu kaynak birçok sosyal ağda, birçok önde gelen markanın projelerini indekslemiş durumda, sürekli olarak da güncelleniyor. Türkiye'den örnekleri ise sizlerin de yardımıyla günışığına çıkarmak istiyorum. Limitli de olsa başarılı uygulamalar mevcut ve bu projelerin ele alınmasının diğer markaları da tetikleyeceğine, TR'nin de uluslararası arenada başarılı örneklerin adresi olacağına inanıyorum.

Peki sosyal medyadaki projeleri ele almadan önce biraz da bu çalışmalara ne açıdan yaklaşacağımızı ve genel kriterlerimizi konuşalım.

Başarı ölçümlenmesi zor bir kavram, özellikle de konu sosyal medya ve PR çalışmaları olunca. Kendi içinde bile farklı amaçlara hizmet eden alanların mevcut olduğu halkla ilişkiler, en geniş çerçevede tüm paydaşlarla karşılıklı faydaya dayalı ilişkiler ve itibar yönetimi. Bu yüzden ele alacağım konular sadece pazarlama ile sınırlı kalmayacak. Bazen çalışanlarla ilişkiler, bazen işveren markası, bazen ürün lansmanı bazen ise kriz yönetimi olacak. Bu arada başarısız uygulamalara da ara ara değinerek resmi tamamlamaya çalışacağız.
İlk etapta sosyal medyada mevcudiyetin hedeflerini biraz hatırlayalım:
  • Sosyal medyada marka/isim görünürlüğü yaratmak.
  • Hedef kitle etkileşimini arttırmak.
  • Hedef kitle geri bildirimlerini toplamak.
  • Hedef kitle diyaloglarına gözlemci olmak ve konuşmalara dahil olarak bilginin güncelliğini ve doğruluğunu korumak.
  • Kurumsal ve ürünler hakkında haberleri sosyal medya ortamına aktarmak, burada kullanıcı güdümlü yayılımını sağlamak.
  • varsa eğer e-ticaret sitesine trafik sağlamak.
  • Pazarlama stratejilerine uygun projeler ile (kampanyalar, indirimler, özel günler, özel projeler) “buzz” yaratmak

Bu hedeflerle yola çıktıktan sonra dinamiği kavramış markalarda şu ortak noktaları gözlemliyoruz:

  • sosyal medyaya ilk aşamada gözlemci olarak katılan ve izleyen
  • blog ve diğer sosyal ağlarda kurum kültürüne ve sosyal ağın dinamiğine uygun ses tonu benimseyen
  • ürün değil çözüm odaklı iletişim çalışmaları kurgulayan
  • paylaşılabilir içerik sunan
  • hedef sosyal ağın dinamiklerine uygun çalışmalar gerçekleştiren
  • özel uygulamalar ile desteklenmiş projeler tasarlayan
  • rekabeti gözleyen
  • gerçek hayatla entegre olabilen
  • ve en önemlisi sosyal medya katılımcılarını dinleyen, çalışmaların gidişatını ve sonucunu analiz ederek fayda sağlayacak revizyonlar gerçekleştiren...
Başarının bir diğer kriterinin de çalışmaları yürüten tarafın kurum içinden mesaisini ve enerjisini buna adayabilecek, dinamikleri bilen kişilerden seçilmesi olduğunu düşünüyorum. Üçüncü tarafların her ne kadar bilgili olsa da bu ortama fikir boyutunda dahil olması ve asıl etkileşimin kurumun içinden ateşlenmesi, ortaya güçlenen ilişkiler ve iyi yönetilen bir itibar katıyor...İtibarın yönetilmesi derken, sosyal medyada şeffaflığın aslolduğu ve bunun da zaten itibarlı bir konum kazandırdığı aşikar.
Sosyal medyada markayı kimin temsil etmesi gerektiği hep tartışıldı. Herhangi bir kişi imzası olmadan, tamamen marka üzerinden yönetilen ya da kişi üzerinden gidip markayı arka plana iten uygulamalar tartışılıyor. Burada başarılı olan uygulamalarda ise marka çatısı altında bir kontak noktası sağlayabilen ve çok sesliliğe de yer veren bir yaklaşım gözleniyor.
Belli planlamalardan sonra uygulamaların hayata geçirilme aşamasında 3. partiler ile çalışılması (web sitesi/ grafik tasarımcıları, SEO/SEM uzmanları vesaire), çalışmaların en nihayetinde interaktif ortamda gerçekleşmesi ve markaya özgü bir hava verebilmesi açısından olumlu bir durum yaratıyor. Birçok kişi tarafından bilindiğini düşündüğüm bu kadar basit bir ayrıntıya değiniyorum çünkü belki de gözden kaçan bu ayrıntı ve basit bir şekilde kurgulanan çalışmalar, bazen sadece görselliği heyecan yaratmadığı ve gerekli teknik kurgudan da uzak kaldığı için, içerik ne kadar iyi olursa olsun başarıyla buluşmayabiliyor.
Sosyal medya kanallarının aktif kullanımı kullanıcı etkileşimine bağlı. Kullanıcı etkileşimi için tek taraflı bilgi aktarımından ziyade, katılım gösterecekleri indirimler, yarışmalar, yaratıcı projeler yolu ile paylaşım ve geri bildirim artıyor. İnsan psikolojisini de yadsımadan, hedef kitleyle bütünleşecek, onlar tarafından özümsenecek ve paylaşılacak içerikler yaratmak çok kolay değil.
Aslında tüm bunlar göz önüne alındığında karşımıza her zamanki gibi aynı durum çıkıyor. İyi kurgulanmadan, sosyal medyanın dinamiğini göze almadan rasgele yapılan çalışmalar, başarısız oluyor.
Burada atlamış olduğum ayrıntılar mutlaka vardır. Fakat başarılı uygulamalara girizgah yaparken, kendi açımdan genel bir resim çizmek istedim. Az önce önüme gelen bir TR uygulaması var. Açıkçası tam da bu yazıyı yazarken gördüğüm örnek çok hoşuma gitti:) Onu da yakın zamanda paylaşacağım:)

14 Haziran 2009 Pazar

Hedeflerimi şekillendiren insanlar...

Blogumu Halkla İlişkiler alanında öğrenci olan birçok arkadaşımın okuduğunu bilerek ve düşünerek bugün onlara hitaben birkaç şey karalayacağım... Tabi henüz üniversite yılları içinde olan ve kendine bir yol çizmeye çalışanlar başka arkadaşlar da kendileri adına birşeyler bulacaktır. Ya da taze taze ÖSS'ye girmiş olan çaylaklar:)

Lisede sayısal öğrencisiydim. Hayır, ailemden sayısal okumam konusunda herhangi bir baskı görmedim. Fakat, benim lise öğrencisi olduğum dönemde (yaklaşık 10 sene önce), eğer dersleriniz biraz iyiyse direk potansiyel sayısal öğrencisi olarak anılmaya başlardınız ve kendiniz bile hiç alakanız olmadığı halde genetik mühendisi falan olacağınıza inanırdınız. Benim sayısal seçmem özellikle edebiyat hocamın moralini çok bozmuştu. Kendisi karşıma geçip gözlerini devirdiği an, aslında yolun bir yerlerinde hiçbir zaman bir mühendis, doktor olmayacağımı anlamıştım.

Daha sonra olan oldu, yazdığım onca sayısal bölümden (şimdi anlatsam oturur güleriz)gire gire İngilizce İşletme bölümüne girdim. Okurken çok anlamıyordum ama staj yapmaya başlayıp, iş dünyasına hafiften bir adım atınca, bilinçsizce bu yola girmiş de olsam doğru bir yere gittiğimi hissediyordum. Stajımı Halkla İlişkiler alanında yaptım. O zamanlar yanında staj yaptığım kişi, bu dönemin verimli geçmesi ve birşeyler öğrenebilmem için gerçekten çok yardımcı oldu ve ilk adımlarımı yanında attım.

Mezun olduktan çok kısa bir süre sonra başka bir yerde kısa bir iş deneyimi edindim. Pek içime sinmeyen bu dönem çok da uzun süreli olmadı ama ben ellerim bomboş kalakaldım. Demoralize oldum, yeni mezun birçok arkadaşım gibi boşlukta hissettim..Arayışlar başladı.

Daha sonra alanımı biraz daha özümseyebilmek için yüksek lisans yapmaya karar verdim. O dönemde birebir Halkla İlişkiler ile ilgili olmasa da kenarından köşesinden kendimizce birşeyler yapmaya çalıştığımız bir işim vardı. Sonra bana katkıda bulunma sınırına geldiğini anladığım zaman işi bıraktım ve yeni bir iş arayışında olduğum bir döneme girdim.

Bu dönemde kaba tabiriyle torpil diye tabir edilen ama bana göre lütfen beni de tanıyın demek için sadece bir fırsat teşkil eden şekilde, Türkiye'nin önde gelen şirketlerinden birinde iş görüşmesine gittim. Ayrıca bu şirkette staj yapmış olmak da kendime güvenimi güçlendiriyordu. Görüşme bana göre iyi geçmişti. Bu arada ikinci görüşmeye kesinlikle çağrılacağımı düşünerek, görüşmeyi de büyük bir ihtimalle yapacağımı düşündüğüm Kurumsal İletişim Müdürü'nü internette araştırmaya başladım. Bingooo...Hakkında birçok kaynak vardı. Üstüne üstlük kariyer danışmanı gibi bütün ipuçlarını önüme seriyordu. Fakat onu tanıdıkça, kendimde tamamlanmamış bir yönü keşfettim. Kendimi geliştirmek için herkesin yaptığını yapıyordum, fakat fark yaratmak için hiçbirşey yapmamıştım!

Kendisi sayesinde blog yazarlığı ile tanıştım. Araştırmacı yönümü daha fazla ön plana çıkarmaya, bilgi edinme konusunda doyumsuzca davranmaya başladım. Birkaç hafta sonra şirketten cevap geldi...Olumsuzdu...Fakat hiç üzülmedim...Biliyordum ki bir pozisyondan çok daha fazla şey kazanmıştım: "Hedefler"

Aradan birkaç ay geçti...Ben çalışmıyordum ama aktif olarak blog yazmaya başlamış ve çok şey öğrenmiştim. Bu sırada yüksek lisansımın son dönemi başlamıştı ve alanın duayenlerinden biri dersimize girdi. İlk derste bir soru sordu ve ben sanki aylardır bu soruya hazırlanıyordum. Bingooo...Cevap verdim...Daha sonra belki de bu cevabım sayesinde bir sonraki işime kavuştum ve mutfağına girerek insanlık için küçük benim için büyük bir adım atmış oldum:)

Şu anda geriye baktığımda sadece tanıdığım insanlardan değil yoluma çıkan her insandan birşey öğrendiğimi, beni farkında olarak ya da olmayarak bir takım yollara sürüklediklerini, hedeflerimi şekillendirdiklerini görüyorum. Bu insanlardan bazıları yukarıda bahsettiğim gibi örnek alınacak, sözü dinlenecek insanlar, bazıları ise tanımasam da olur diyeceğiniz cinsten... Hayır, her türlü insanı tanımak bir fırsat... Fakat beni hedeflerime yaklaştırdığına inandığım, sadece bu insanları tanımak değil, onlarla beraber kendimi tanımaya, kendimi aşmaya çalışmak. Hiçbir zaman hırslı ve ne istediğini bilen biri olmamıştım. Üniversiteden çıkıp gerçekle yüzleşene kadar... Ne yapmak istediğime karar vermemle beraber, hayatımdaki gelişmeler ivmelendi...

Şimdi siz de eğer ki bu yola baş koyduysanız, yaşadığınız her deneyimi, tanıdığınız her insanı kendinizi geliştirmek için bir fırsata dönüştürün. Gelecekte, özellikle iş ararken ya da mevcut işinizde size o sırada sıkıntı veren her neyse, çözümlerin size düşen payını layığıyla hayata geçirin...Kendinizi aşmak, en birincil hedefiniz olsun, asla ben oldum demeyin...Bu şekilde göreceksiniz ki, uygun zaman ve ortamda arayışında olduğunuz her neyse o size gelecek...


9 Haziran 2009 Salı

Kontrol mü? Bilinç mi? Çözüm Hangisinde?

Sosyal medyada kötü ile mücadele konusunda, Eren Kumcuoğlu'nun açtığı bir başlık altında baya güzel yorumlar yer almış, kaydadeğer fikirler paylaşılmıştı. Olumsuz içeriğin bazen bilinçli karalama çalışmaları ile de markaların karşısına çıkması çözüm arayışını da beraberinde getiriyordu.
Kafa yoranların bulduğu cevaplardan biri kontrol mekanizması oluyor. Diğeri ise biraz daha zor olan ama sosyal medya dinamiğine daha uygun olan bir çözüm yöntemi: Bilinçli sosyal medya katılımcıları.
MediaCat ise bu konuda PR uzmanlarının görüşünü almış Haziran sayısında. Cevaplayan görüşlerden birinde dominant olan yanlış bilgiler karşısında doğrularını ortamın içine dahil ederek bilgi kirliliğinin önüne geçmeye çalışmak ve bir noktadan sonra ise yasal yükümlülükleri hatırlatmak. Diğerinde gözüme çarpan ise tüm bu içeriklerin algıyla buluşmadan önce editleneceği bir otorite! katmanı yaratılması...PR gözünden böyle bir yorumu yadırgadığımı belirterek ikinci görüşü pek tuttuğumu söyleyemeyeceğim. Kaldı ki 1984'ün Big Brother anlayışı sosyal medyaya hiç uygun değil!
Bilinç konusunda atıp tutmak tabi ki kolay değil. En nihayetinde insanlardan oluşan bir topluluk ve her konuda duyarlılık/duyarsızlık olduğu gibi fesat içeriğe karşı da kişiden kişiye değişen bir tutum söz konusu olabilir. Fesat kelimesi tam da gediğine oturdu. Fakat kontrolün izleyicilere geçtiği bir ortamda kontrol mekanizmaları ile çözümü beklemek ne kadar iyi niyetli çalışmalara fırsat verir? İşte bunu bilemiyorum.
Sanırım bekleyip göreceğiz. Zaten bir markaya karşı sadakatim varsa asparagas ile hareket etmem biraz aptalca değil midir? Ben kendimi tüketici/izleyici yerine koyuyorum. Fesat bilginin karşısında adamakıllı cevaplarıyla duran bir bilgiye ulaşmamı kolaylaştırın yeter. Benim için herhangi birşey ifade etmeyen markaya karşı ise olumlusuna da olumsuzuna da eşit mesafede dururum. Sonuçta herşey alternatifli...Bilinçli tüketici kavramını nasıl aşılamaya çalışıyorlarsa...Bilinçli izleyici kavramına yönelik de çalışmalar gerek. Ama yasal ve etik çerçevedeki durumlar hariç benim yerime bilgi editleyen/süzen bir mekanizma???Asla!!!!

2 Haziran 2009 Salı

Futurist PR:)

Çok sık blog yazmasam da en azından iyi bir okuyucuyum. Blog, makale, newsletter ne düşerse, okumaya çalışıyorum. Fakat son zamanlarda yoğunluktan mıdır, yoksa zaman yönetimi konusunda bir gafletten midir bilmiyorum ama bunu da yapamaz oldum:) Az önce de dertlere derman FF'de gaza geldim, en azından son dönemlerde aklımda kalan birkaç konuda laf ebeliği yapmak istiyorum:)

İlk olarak katıldığım Future Talks'da aklımda kalan kelime "etik" oldu. Ufuk Tarhan'ın Future Talks 2 önerileri için attığı postta da dediğim gibi: " Geleceği kurgulamaktan bahsederken, dün Cem Bey'in de değindiği etik konusu var hep aklımda. sağlık, bilim, teknoloji, gıda, üretim, hizmet her konunun geleceği kurgulanıyor fakat etik kavramına kim sahip çıkacak ve onu vurgulayacak? futurizm ile ilgili bir makalede insanların dürüstlük kavramından gittikçe uzaklaştığına değinmişlerdi. Peki kurumlardan neden dürüstlük/ şeffaflık beklentisi gün geçtikçe artıyor? Dün aslında bu soruyu sormak istiyordum ama sonuna doğru çıkmak zorunda kaldım. Geleceğin tüm kurgularının yanında onları besleyecek ve kaydedilen ilerlemelerin iyi amaçla kullanılmasına yarayacak bir kavram olduğuna inanıyorum "ETİK"in.." Futurist PR: etik çerçevesinde, doğruları saptırmayan, olaylara açıklama getiren, anlaşılmasını sağlayan iletişim.

İkinci KSS...Son zamanlarda önüme düşen bültenlerdeki klasik ifade: A firması bilmemneye duyduğu sorumluluk bilinci çerçevesinde B STK ile C çalışmalarına başladı. Bu tür bültenlerden de bana gına gelmeye başladı. Kurumlar var, STK'lar var, projelerle bütçesel eşleşmeye bakıyor gerisi...Ama bu projelerin ne kadar değer yaratacağı ise hep bir soru işareti...Futurist PR, çalışmaların haticesi değil neticesinde iletişim kurgulayacak gibi görünüyor. Yahu daha bismillah yeni başlamışsın projeye, biraz ilerlet de görelim boyunun ölçüsünü... Hemen bülten falan...

Üçüncüsü sosyal medya ile şekillenen bilgi edinme biçimleri ve geleneksel medyaya ne olduğu...Fakat geleneksel medyada subjektif/yandaş süzgeçlerden haber alıyoruz derken, sosyal medyada da bu çok farklı değil...Sadece çok farklı yorumlardan ve diyalogtan yola çıkarak daha seçenekli bir durumdayız. Bu da algılayıp süzebilmek için daha üst bir bilinç düzeyi gerektiriyor. Peki PR'a neler oluyor? Klasik segmentasyondan uzaklaşırken "community management" olarak tabir edilen bir iletişim biçimine kayıyoruz. (tam karşılığını bilen söylesin). Beni nasıl bilirdinize cevabınız artık 26 yaşında, yüksek lisans mezunu, uzun kıvırcık saçlı (TT'ye göre yorgunluklarımın sebebi bu, ağırlık yapıyor:)), Istanbul'da yaşayan...nokta nokta selam, asl? değil. Daha çok ruhu genç kalan, master yapmış ama adam da olmuş, kuaförde sıkılan ama yine de giden, Istanbul Istanbul olalı görmedi böyle keder (trafik) biri...Futurist PR işte bu...daha ince, daha mikro, daha kişiye özel mesajlar...

Bir de futurist mi ütopik mi karar veremediğim bir nokta var...Daha sakin, daha mantıklı, insan gibi insanlardan oluşan bir PR dünyası...:)

Sevgiyle kalıııın:)

19 Mayıs 2009 Salı

Sizin etik kavramınız ne kadar etik?

Medyada son dönemde ilginç polemiklere şahit olmaya başladık. Bu polemiklerin çıkış noktası "haber", tarafları da bir medya kuruluşu, bir halkla ilişkiler şirketi ve temsil ettiği kurum olunca, değişik bir tablo oluştu.

Tarafların kendi savunuculuğunu yapması gayet normal. Savunuculuktan kastım ise gerçekleştirdikleri ya da gerçekleştirecekleri davranışların, temsil ettikleri roller çerçevesinde yorumlanması gerektiği vurgusunu yapıyor olmaları. (bkz: medya kuruluşu görevini yapıyor, halkı bilgilendiriyor, kişi kendi bireysel savunma hakkını kullanıyor, temsilci şirket iletici rolünü üstleniyor). Tüm taraflar kendine bir rol biçiyor ve rol çatışmalarının ortasında birşeyi gözden kaçırıyor. Kamuoyunun hür irade ile yargıya varabilmesine rehberlik edebilecek bir kavram..."Etik"

Peki etik kavramı bu resimde yer alan tüm tarafların mesleki ve toplumsal rolleri ile değerlendirildiğinde nerede kalıyor?

Kavramlar, sözlük karşılığı, makaleler inceliyorum. Etik ve içinde barındırdığı kavramı tanımlamaya çalışıyorum. Alakalı olabilecek sözcükler seçiyorum:

Saygı
Anlayış
Bilinç
Değer
Erdem
Ahlak
İlke
Sorgulama
Karakter
Davranış
Algı
Tutum
Adalet
Şeffaflık
Kural
Kanun
Örf/Adet
Din
Norm
Toplum
İlişki
Sorumluluk
Niyet
Nesnellik

Oluşan diyaloglara bakıldığında medya organının haber oluşturmada ne kadar etik davrandığı, kurumun veya kişinin cevap verirken ne kadar etik davrandığı ya da kurum/kişiyi temsilen halkla ilişkiler şirketinin ne kadar etik davrandığı mesleki ve kişisel etik kavramları doğrultusunda bireysel olarak çözümlenebilir. Fakat niyet ve şeffaflık, savunuculuk rollerinin gölgesinde kaldığından hep bir soru işareti bırakacaktır.

Toplumlar mahkeme değildir ve konsensus oluşmak zorunda da değildir.

Bu gibi durumlarda tarafların ne olduğu ( tanımlamalar) , bir diğer tarafın yargısına kalmadığı gibi, bulundukları toplumların içinde kavramlara hangi anlamların yüklendiği ile ilgilidir ve bu doğrultuda şekillenir.

Etik kavramı birbirinden bağımsız olamayacak düşünce ve davranış kalıpları içerir. Ya hep ya hiç gibi...

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Canım Fiesta Blogger'ların elinde


Amerika'da Ford, Nisan ayı itibariyle Fiesta'nın yeni modelinin tanıtım çalışmaları amacıyla, 100 tane genç blog yazarına aracı 6 aylığına veriyor. Blog yazarları bu altı ay boyunca edindikleri deneyimleri video, blog post vb. birçok içerik şeklinde yayınlayacak.

Ford'un bu içerikler üzerinde hiçbir şekilde etkisi olmaması durumu ise aslında tam bir kumar. Fakat Ford, genç ve teknoloji meraklısı hedef kitlenin aracı beğeneceğinden emin ki bu riski alıyor.

Seçilen bloggerlar ise tabiki de kendi kategorilerinde hit alan ve birçok kanaldan takip edilenler.

Ford'un bu girişiminin benzeri Chevy Tahoe için felaketle sonuçlanmıştı. Bakalım markasını bloggerların eline bırakan Ford'a bunun geri dönüşü nasıl olacak.
p.s.: ben de genç ve acaip teknoloji meraklısı olmasam da teknolojiden anlayan ve Fiesta'nın bir önceki modelini kullanan biri olarak şimdiden söyleyebilirim. Fiesta'nın yeni modeli çok tatlı!!!

9 Nisan 2009 Perşembe

KSS Çözümleri Pazar Yeri

Türkiye'de "Kurumsal sosyal sorumluluk" kavramının, faaliyetlerin bir parçası olması için gerçekleştirilen çalışmalar ivme kazanıyor. Bu bilincin yaygınlaşması konusunda dernekler uluslararası işbirlikleri ile ortak çalışmalar gerçekleştiriyor.
Son dönemde dikkatimi çeken bir etkinlik ise Türkiye Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği'nin düzenleyeceği "KSS Çözümleri Pazar Yeri" uygulaması...Temmuz 2008 itibariyle devreye sokulan ve Avrupa Birliği’nin Sivil Toplum Diyaloğu Programı kapsamında yer alan "Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluğun Hızlandırılması Projesi" dahilindeki bu etkinlikte başarılı KSS uygulamalarının tanıtılması ve duyurulması amacı güdülüyor. Proje ortağı CSR EUROPE'un CSR MARKETPLACE etkinliğinin Türkiye zincirini temsil ederken, "Mezuniyet" teması ile KSS kavramının ve algılanışının da derinine inilecek.
Hoş gelen yanı ise sunulan yaratıcı ve yenilikçi KSS çözümleri katılımcılar tarafından oylanarak en başarılı görülenlere diplomaları verilecek. "Mezuniyet" teması da buradan geliyor.Belirledikleri KSS çözüm önerisi kapsamındaki konuların birçoğu ise KSS kavramının saygınlığı ile de ilgili.
Katılımcılara tek önerim bu pazaryerine gelecek olan kurumlara, değerlendirilecekleri kategoride değil de diğer konularda da şöyle neler yapıyor diye mümkün olduğu nebzede alıcı gözüyle bir bakmak...
Malum güzel ormanlarımız, ağaçlarımız için projeler hayata geçirip, kurumsal süreçlerinde kağıt tüketimi ile ilgili hiç kafa yormayanlar çıkabiliyor..:)

Ayrıntılı bilgi:

http://www.kssd.org/

18 Mart 2009 Çarşamba

Labor omnia vincit - Emek her şeyi yener

Gerçekten zor...Kurumsal yönetim sürecinde halkla ilişkiler/ iletişimin stratejik önemini anlatmaya çalışırken, bir yandan da mesleğimizin saygınlığını arttırmaya çalışıyoruz. İletişimi küçümseyen, bir yan alternatif olarak vazgeçilebilir kılan tarzda yaklaşımlar hala var. Üstüne üstlük halkla ilişkileri basit, herkesin kolayca yapabileceği, canı sıkılanın kariyerinde bir değişiklik olarak ilk aklına gelen meslek olarak gördüğü alanın dışına taşımak, ilk önce ne yaptığımızı ve yapmaya çalıştığımızı anlamaktan geçiyor.


Mesleğimi seviyorum, ama ne zaman? Anlatılacak bir hikayesi olan herkesi dinlediğim gibi, anlatacak birşeyim olduğunda insanların dinlemesini istediğim zamanlar. Kendinizi dinletmek, bunca mesaj arasından sıyrılarak akıllarda yer edinmek, hem de bunu itibarlı ve sürekliliği olan bir şekilde başarmak o kadar kolay değil.


Tarde sed tute - yavaş ama emin adımlarla-


Birşeyi şak diye yapmak cadı Samantha'nın işi, benim işimse inşa etmek, bir süreç, bir zaman işi...Özellikle marketing pr yapıyorsanız satış arttırıcı fikirler üretmeniz beklenir. Anlık motivasyonlarla bir kişiyi satın alma sürecine yöneltmek kalıcılığınızı garantilemiyor. Eğer bir ürün kendini satamıyorsa ya üründe bir eksiklik vardır ya da hikayesinin anlaşılması için yeterli zaman vermemişsinizdir. Yıllar önce bir makarna markasının gerçekleştirdiği "makarnadan hayvan figürü yarat-resmini çek-gönder" yarışması, evimize gelen bir kutu makarna ile son bulmuştu. Bu sempatik girişimi bir süreliğine benimseyip, bir kutu makarnayı tükettikten sonra o marka bir daha evimize girmedi. Yani bir şeyler eksikti. Belki makarna kaliteliydi, lezzetliydi ama love mark olabilecek düzeyde devam eden bir iletişim çalışması hatırlamıyorum...İyi planlanmış ve uzun vadeli iletişim çalışmaları asıl işinizdir.


Esse quam videri- Öyle görünmek değil, öyle olmak-

Eskiden "birşey gibi" görünmek daha kolaydı. Kitlelerin haber kaynağı kısıtlı, kurumlar içe kapalıydı. Zaman zaman dışarı açılıp kendisi hakkında birşey söylediğinde insanlar o kuruma inanırdı,inanmak istemiyorsa zaman, efor ve düşüncesini adar, araştırmacı gazeteci gibi cımbızla söker, bulur fakat yine de bulduğunu da paylaşamazdı.

Şimdi oyunun tüm kuralları değişti. Şeffaflık zorunluluk haline geldi. Hem haber alma hem de içimizdekileri paylaşma konusunda sonsuz seçeneğimiz var. Bu da bir noktada mesajı göndereni köşeye sıkıştırıyor. Çünkü biliyor ki atıp tutmak eskisi kadar kolay değil. Bu bir bakıma atıp tutmak isteyen dinleyicilere de fırsat yaratıyor olsa da, kurumlar ve onları temsil eden iletişimciler ne söylediğinin çok farkında olmalı...

Vermek istediğiniz mesaj ve yaratmak istediğiniz algı konusunda gerçekçi olun, itibar yönetiyorsunuz. Harfleri ve cümleleri kandırarak gerçeklerle örtüşmeyen mesajlar verebilirsiniz fakat iletişim çağında foyanızın meydana çıkması an meselesi ve bu itibarınıza sunabileceğiniz en büyük tehdit.


Cogito, ergo sum- Düşünüyorum öyleyse varım-

Her hareketin altında bir beyin eforu yatmalı. Düşünmeden sarfedilen sözler, yapılan hareketler özellikle bir iletişimcinin kaçınması gereken durumlardır. Ayrıca düşünmek zihni açar, en azından konu üzerine bir şans verip, yaratıcılığın sınırlarını zorlar.
Sizden beklenen zaten klasik olmamanızdır, söylenmek istenenleri anlaşılacak formata sokma becerisi göstermenizdir, bunun için düşünmeniz gerekir, hem de bol bol.
Beyninizin her kıvrımını düşünmeye adayın, çünkü bir kere tembelliğe alıştırırsanız nefes almak bile zor gelmeye başlayabilir.
Docendo discitur - Öğreten öğrenir-
Sabah işe gitmek akşam eve dönmekten öte halkla ilişkiler mesleğine birşeyler katmak istiyorsanız, gördüklerinizi, duyduklarınızı, trendleri, fikirlerinizi, öngörülerinizi paylaşın. Aynı şekilde birşeyler paylaşan insanları da dinleyin. Ben oldum asla demeyin. Sektör içi paylaşıma ve dinlemeye her zaman açık olun, böylece ilerleme kaydettiğiniz gibi, kendinizle beraber mesleğinizi de bir üst noktaya taşırsınız.
Volens et potens - İstekli ve yeterlikli
Bu işi yapmayı gerçekten isteyin ve yeterlikleri anlamaya çalışarak sürekli kendinizi geliştirin. İkisi birbirini besler, yeterlikleriniz arttıkça motivasyonunuz artar motivasyonunuz arttıkça ise birşeyler üretmeye daha fazla istek duyar hale gelirsiniz.

Quidquid latine dictum sit, altum viditur- Latince söylenen söz kulağa derin gelir-

Tüm bunları neden Latince özlü sözler kullanarak yazdım? Çok büyük bir misyonu yok, sadece bir renk olsun diye...Bana ilham veren o sözlerin kaynağını görelim diye...Otium sine litteris mors est. - Edebiyatsız boş vakit öldürücüdür.


http://www.uludagsozluk.com/k/latince-sozler/