27 Aralık 2009 Pazar
Arama motorlarında itibarınızı kaybetmeden...
13 Aralık 2009 Pazar
BM İklim Zirvesi Sürerken...
10 Kasım 2009 Salı
HR ve İletişim Nereye Gidiyor? Öne Çıkan Kavramlar ve Notlar...
5 Kasım 2009 Perşembe
Sosyal Medya'ya global bir bakış
- 12 ülke katılımcıları tarafından sosyal medyanın dominant kullanıcısı 14-35 yaş arası olarak lanse ediliyor.
- Büyük bir çoğunluğu Obama'nın seçim başarısı sonrası sosyal medyanın siyasi oluşumlar tarafından da yoğun kullanılmaya başladığını belirtiyor.
- Danimarka, İsrail ve TR hariç çoğunluk PR ve iletişim fonksiyonu olduğunu söylerken biz işin içine doğası gereği IT ve web fonksiyonlarını da katıyoruz. Yunanistan'da ise tamamen web fonksiyonu olarak düşünülüyor.
- Ayrı bir fonksiyon olarak hizmet verme konusu daha çok "yeni" olarak düşünüldüğü için yarı yarıya destek buluyor.
- Bulgaristan yüksek internet kullanımı penetrasyonu ile bu konudaki gelişmeler açık bir pazar, Hindistan'da ise hükümet her yerde internet erişimi olabilmesi için ciddi yatırımlar yapıyor.
- Kriz iletişimi kapsamında, oluşan diyalogları gerçek zamanlı takip etme ve bilgilendirme, bazen konuşmalara müdahil olarak açıklama getirme, kriz anında bir erişim noktası oluşturma önde geliyor.
- Sosyal medya çalışmalarını ölçümleme kapsamında en çok dikkat çekenler: sosyal ağlardaki oluşumlarda yer alan geribildirimleri değerlendirme, blog ranking ve içerik analizi, online surveyler...
- Sosyal medyada kuralına göre oynamanın adı: Spamden kaçınma ve olumlu/olumsuz her türlü içeriği dinlemeye isteklilik
- Sosyal medyanın fonksiyonel anlamda hala bir ground bulamamasının en büyük sebeplerinden biri şirketlerin hala control-freak tutumları ve şirket içi görevlendirme yapılan bir sorumlu olmaması.
29 Ekim 2009 Perşembe
KSS Çözümleri Pazaryeri ve HAS Akademi
Türkiye'de Kurumsal Sosyal Sorumluluk alanında çalışmaların hızlandırılması için büyük önem taşıyan projeye aralarında Unilever, P&G, Turkcell gibi Türkiye'nin ve dünyanın önde gelen markaları katılım gösterdiler.
http://www.kssd.org/dl/katalog.pdf
28 Ekim 2009 Çarşamba
Fashionable İstanbul'a Blogger Damgası!
28 Eylül 2009 Pazartesi
Web 2.0 için PR Etiği
Halkla ilişkiler tarihi bu çerçeveden uzak olumsuz vakalar barındırsa da bugün bir meslek sahibi olarak anılmak isteyen her icraatçi bu etik kodlara uyacağını taahhüt eder, bu prensipleri kabul eden şirketlerde çalışmak ister.
Sosyal medyanın geleneksel medya kanallarına nispeten özgür yapısı ile hayatımıza girmesi ile birlikte halkla ilişkiler fonksiyonu da daha esnek ve yaratıcı olma şansı yakaladı, hedef kitlelerle direk iletişim kurma ortamı doğdu. Bu ortamda marka/kurumun pozitif içerik yaratma arayışı tüketicilerin gerçek düşüncelerini paylaşması ile şekillendi, oyunun kuralları belirlendi, yanıltıcı/ sahte içerik elendi.
Sosyal medyanın bu kadar yükselmesinin başlıca sebeplerinden biri de bu değil miydi? İletişimi gerçekten kişiler ve gruplar arası boyuta taşıyan, daha güvenilir olarak anılan bir ortam? Bu noktada online ya da offline yürütülen iletişim çalışmaları için bağımsız bir etik kod yaratmak anlamsız olurdu.
Sosyal medyada PR etiği ders konularına bile girmeye başlarken, mesleki dernekler de bir prensip oturtmaya çalışıyor... CIPR da (Chartered Institute of Public Relations) bu prensip çerçevesinde yayınladığı sosyal medya için etik kodlarında uygulayıcılara yol gösteriyor.
Bu manuelin bir bölümünde sosyal medyanın dinamiğini tanımlarken diyor ki:
"İtibar süreklidir"
Yani bir marka/kurum geleneksel mecralarda hedef kitle ile buluşurken hangi algıyı uyandırıyorsa sosyal medya da onun bir uzantısı olacaktır. Bu sebeple markaların dolayısıyla onlara bir iletişim stratejisi çizen PR uzmanlarının da sosyal medya ortamında sahte kimlikler ve sahte içerikler ile uzun vadede gerçek bir iletişim başarısı yakalayamayacakları görülüyor.
Sosyal medya nedir diye başlayan, PR uzmanlarına yol çizen, SEO, online reklamcılık gibi konularla bağlantı kuran ve uygulama noktasında tüm bunları etik bir resme oturtan bu kılavuz, bugün "ben Online PR yapıyorum" diyen herkesin elinde olmalı...Ancak ve ancak bu şekilde sektör standartları belirlenir, sosyal medya markaların uzun vadeli başarı beklediği, hedef kitlelerin de güven duyduğu bir ortam haline gelir.
13 Eylül 2009 Pazar
Market Intelligence 2.0
Online itibar yönetimi kapsamında, marka/kurumla ilgili içeriğin aktif takibi, elde edilen içeriğin analiziyle marka/kurum adına bir içgörü yaratma ve içerik sahibi olan hedef kitle ile etkileşimden bahsediliyor.
İster olumlu içeriğin gözlenmesi olsun ister olumsuz içeriğin takibi ve uygun görülen durumlarda yanlış bilgiyi doğrusu ile besleme ya da gerçekleştirilen çözüm iletişimi, sonuç olarak markanın/kurumun adının geçtiği her içerikle oluşan bu geri bildirim havuzu tüm süreçler adına bir fayda oluşturuyor. Bu da kullanmayı bilen markalar/kurumlar için inanılmaz bir şans.
Günümüzde dijital dünyada aktif olarak yer alsın/almasın her markanın/kurumun sosyal medya takibi yapması gerekiyor. Ajansların, iletişim hizmeti verilen markalar adına belki de ilk yapması gereken bu takibin gerekliliği konusunda onları yönlendirmek.
Fakat online ortamda hedefleri belirlerken sadece markanın ismi ile sınırlı kalmak, en az markanın kendisini izlemek kadar önemli olan rekabetin izlenmesi konusunu dışarıda bırakıyor. Stratejik iş yönetiminde vazgeçilmez ve süreklilik arzeden bir esas olan rekabetin gözlemlenmesi konusu, nedense söz konusu online ortamlar olduğunda es geçiliyor...
Peki rekabeti online ortamda gözleyerek neler kazanabilirsiniz?
- Halihazırda süreçlerinizin bir parçası olduğu varsayılan "market intelligence"geliştirilmesi hususunda rakipler ve pazarın durumu konusunda online ortamdaki verileri de kullanabilirsiniz.
- Böylece hedef kitlenizin istek/ihtiyaçlarını, piyasadaki trendleri/eğilimleri, rakiplerinizinden önce belirleme ve aksiyona geçme şansı yakalayabilirsiniz.
- Rakiplerinizin başarıları/başarısızlıklarını gözlemleyerek, analiz ederek kendi markanız/kurumunuz için anlamlı bir yol haritası çıkartabilirsiniz.
- Aktif içerik takibi için belirlediğiniz anahtar kelimeler arasına "rakipleri, direk rakip olarak görmeseniz bile sektörün başlıca oyuncularını, sektörünüzü ilgilendiren ifadeleri, kelime kalıplarını" ekleyin.
- Belli kelimeler ve kategorilerle elde ettiğiniz verileri kaynakları ile birlikte düzenleyin, saklayın.
- Bu verileri analiz edin, kısa vadede kullanın, aksiyona geçin ya da uzun vadede iş stratejilerinize dahil edin.
- Rekabetin içinde yer alan şirketlerin online ortamda kurumsal ya da çalışanları vasıtasıyla gerçekleştirdiği tüm iletişimi izleyin.
30 Ağustos 2009 Pazar
Bilinçsiz tüketiciler sosyal medyada...
http://ff.im/2hwi0
http://www.erenkumcuoglu.com/2009/04/20-uzerine-beyin-frtnas.html
"Sosyal medya dediğimiz ortamda, amaç sadece karşı tarafa mesajlarını daha kolay ve hızlı bir şekilde ulaştırmak değil ve bir anlamda algılarını açmak. Bu paylaşım ortamının kendi içinde karalamalar vb. kötü diye nitelendirilebilecek içeriğin de kontrolsüz yayılımına ev sahipliği yapması, konunun aslında her zaman iyi yönetilmesi gereken krizlere geldiğini görebiliyoruz. Ve bu ortam bildiğimiz kriz iletişimine de benzemiyor, daha hızlı cevaplar, daha hakim insanlar ve daha inandırıcı çalışmalar gerektiriyor. En son dominos'un yaşadığı olay da buna delalet...Adamlar cevaplarını çok geç verdi...ayrıca global düzeyde youtube'a video yüklemek yeterli değil. Dominos TR'den sadece bir basın açıklaması gördüm, o da belli gazetelerin internet sitelerinde yayınlanarak bu ortamda ancak vücut buldu. Glokal bir kötüyle mücadele lazım...bu da ayrı bir ayrıntı..."
"müşteri her zaman haklı değildir. ama haklı da olsa haksız da olsa yaklaşım aynı olmalı: ilgi göstermek, durumu açıklamak, çözüm önermek, anlaşılmasını sağlamak..."
"sosyal medya katılımcıları olarak; kötü içeriğin karşısında günlük hayatta gösterdiğimiz kadar şüphecilik göstermeliyiz, hatta belki de daha fazla. Çünkü bu ortam insanların kolayca atıp tutabileceğini sandığı, üstüne de pek fazla sorumluluk kabul etmediği bir yer. bilinçli zarar verme çalışmalarına çanak tutmamak için herkese sorumluluk düşüyor..bu bilinç de uzun vadede kurum kaynakları açısından bir avantaj yaratabilir..."
Daha sonra bu konu etrafında dönen başka bir blog yazısı daha yazdım:
Kontrol mü Bilinç mi Çözüm Hangisinde?
Paylaştığımız ve üzerine tartıştığımız görüşlerimiz, zaman zaman gerçekte yaşanan olaylar ve markaların düştükleri durumlarla vücut bulmaya başladı:
- Tüketiciler zaman zaman sinirlerine yenik düşüp, aslında bir temeli olmayan suçlamalarla, kurumdan/markadan hak talep edebiliyor.
- Bu iddialara bilinçsizce destek veren takipçiler, yanlış bilgi ve asılsız ithamlara, hatta suç unsuru teşkil edecek durumlara çanak tutuyor,
- Kurumlar/markalar karşılaştıkları bu durumu makul çerçevelerde çözümlemeye çalışırken yasal unsurlar, prosedürler ve müşteriye yaklaşımları arasında kayboluyor.
1-Bilinçli tüketici olmak haklarınız kadar sorumluluklarınızın da bilincinde olunmasını gerektirir.
2-Olumsuz içeriklerle mücadele eden markalar her müşteriye onu anlamak için yaklaşmalı, iyi niyetli bir tutum sergilemeli fakat gerektiği takdirde kötü niyetli içeriğe karşı kendi prosedürleri ve yasal hakları çerçevesinde yasal yoldan da mücadele etmeli...
Bakın bir sosyal medya katılımcısı ne demiş:
Tüketici hakları kavramının bazı firmalar tarafından satış şartnamelerinde tabiri caizce kılıfına uydurularak sömürüldüğü, etki alanının kısıtlandığı iddia ediliyor. Fakat tüketici malın alıcısı olduğu ve bunu resmileştirdiği durumda, hukuk dilinde bu şartnameyi okuduğu ve kabul ettiği anlamına geliyor. Bu noktadan sonra standardı belirlenmiş ve sizin de kabul ettiğiniz prosedürlere "ben bunu bilmiyordum, bilseydim almazdım, siz de bilin, siz de almayın, bu bir dolandırıcılık" şeklinde firmanın dolaylı yoldan alakalı olduğu bir durum için ithamlar savurmak yukarıda da belirtildiği gibi yasal olarak suç unsuru da teşkil edebilir.
Sosyal medya ortamında birçok olumlu/ olumsuz yanıltıcı içerik bulunuyor. Kişisel deneyim söz konusu olduğunda insanlar paylaşıyor, etki alanı genişliyor ve hep bahsedilen "kartopu" etkisi yaratılıyor. Bazı sosyal medya katılımcıları etki potansiyeli ile kontrol kavramını karıştırıyor olsalar da etki alanı dar ya da geniş, bugün her kurumun/markanın müşterisini dinlemesi gerektiği bir gerçek. Olumsuz içeriğin savunucuları tarafından "tabi ki de marka bu şikayeti dinleyecek, en çok okunan bloglardan biri" algısı yaratmamak için, markaların tüketicilerine eşit mesafede durması ve daha önce de belirttiğim gibi haklı/haksız ilgi göstermesi, durumu açıklaması, çözüme kavuşturması ve anlaşılmasını sağlaması gerekiyor. Aslına bakılırsa markanın tüketiciye sorumluluklarını hatırlatma gibi bir misyonu da bulunmuyor fakat insiyatifi ele alan marka tansiyon yükselmeden bu durumu çözümleyebilir.
Bu noktadan sonra kendisine makul çerçevelerde çözüm önerisi sunulan ve ısrarla kabul etmeyerek durumu farklı bir boyuta taşıyan tüketiciyi ise karşısındaki markanın yasal hakları bekliyor.
Bu yazıda tüketicinin haksız olduğu ve dayanaksız/yersiz hak talep ettiği bir durumdan bahsettik. Tüketici haklarının ses bulduğu ve markaların kendilerine çeki düzen verdiği bir durum ise yine sosyal medyanın ayrı bir konusu...
28 Ağustos 2009 Cuma
Sosyal Medya İletişim Yönetiminde Stratejik PR'ın Rolü
- Sosyal medya kanallarından ziyade hedef kitle ve hedefleri net belirleyen- Hadi bir Facebook account açalım değil, neden açalım, kim için açalım?
- Varlık odaklı değil sonuç odaklı yaklaşma- Facebook'ta olmalıyız değil, Facebook'ta olmak bize bunu getirir/şunu götürür....
- İcraat sahiplerinin sosyal medyada kendi varlığı...- Dijital konkur zamanı bir arkadaşın ajanslara dediği gibi: Şimdi mi aklınıza geldi sosyal medyada varlık göstermek?
- Şirketi ve beyin gücünü sosyal medya hakkında geliştiren- Sadece ücretli eğitimler şart değil, okuyan, araştıran, öğrenen kurum,
- Diğer disiplinlerle işbirliği- SEO, kreatif, dijital pazarlama vesaire...
- Nicelik değil nitelikten yola çıkan- 100 bloggera basın bülteni göndermek yerine kendisini ve blog içeriğini analiz edebildiğin, kendi mesajınla ilişkilendirebildiğin 10 blog yazarı ile diyalog kurma,
- Tıklanmak güzel ama asıl anlam yaratan içeriğin kendisi- Hedef kitle için anlamlı içerik yaratma*
23 Ağustos 2009 Pazar
Genç Profesyonellerin Gözünden İstanbul "Şehir Markası"
Hedeflenen, genç profesyonellerin yaşanabilir çevre ve iş hayatından beklentileri ve bunların İstanbul kriterleri ile kıyaslanma oranlarından, daha ileriki zamanlarda kalifiye iş gücünün İzmir, Ankara gibi diğer metropol şehirlere daha adil bir dağılımı konusunda fikir oluşturmak ve yol haritalarına data elde etmekti.
PERYÖN tarafından daha önce yapılan bir araştırma iş arayanların %71'inin İzmir veya Ankara gibi metropoller yerine İstanbul'u tercih ettiğini gösteriyordu. Dünyanın en ünlü şehirlerinden biri olan İstanbul'un genç profesyonellerin mesleki ve bireysel hedefleri doğrultusunda popülerliğinin temellerinde neler yattığına dair daha derinden bir bakış açısı geliştirmeye çalıştım.
PERYÖN araştırma sonuçlarına göre iş arayanların iş hayatından beklentileri ve başka bir araştırma sonucuna göre yaşanması düşünülen tipik bir çevre kriterleri baz alınarak İstanbul'da çalışan ya da çalışmak isteyen katılımcılara kendileri için önem sıralaması oluşturmaları ve gerçek hayat deneyimleri ile karşılaştırmaları istendi.
İstanbul'un büyük suç oranı, trafik karmaşası, yüksek yaşam maliyeti ile yaşanabilir çevre kriterlerinin bir çoğundan düşük not almasına rağmen, yetenek savaşını her türlü kazanması ise bir şehir markası olarak ne kadar güçlü bir konumda olduğuna ışık tutuyordu. Yüksek maaş ve yan menfaatlere rağmen genç profesyoneller tarafından reddedilen işlere dikkat çeken ünlü bir şirketin bölge sorumlusu İstanbul nüfusunun aşırı yoğunlaştığına ve diğer şehirlerdeki gelişimin dolayısıyla tıkandığına dikkat çekiyordu.
Bütün bu verilerle birlikte; zincirleme bir reaksiyon halinde dünyanın kültür başkentlerinden biri olan İstanbul'un sanayi bölgelerine yakınlığı, birçok şirket merkezinin ve faaliyetlerinin buradan yürütülüyor olması gibi sebeplerle genç profesyonellerin tercihleri de İstanbul için şekilleniyordu. Bu noktada İstanbul'da çalışmakla gerçek kazanımın ne olacağı konusunun daha derinden analizi için yorumlar da alındı.
Katılımcıların doğum yeri, üniversite okuduğu şehir, lisans sonrası herhangi bir yüksek lisans/doktora yapma düşüncesi, medeni hali gibi etkenlerin de değerlendirmede baz alındığı araştırma sonuçlarına göre;
- İyi okul ve üniversiteler, hem yaşanabilir çevre kriterleri önem sıralaması, hem de İstanbul'un rekabet avantajında en yüksek notu aldı.
- Ardından sosyal imkanlar ve sağlık merkezleri yer aldı.
- Katılımcıların %62'sinin trafik ve buna ayrılan zamanın yaşanacak yer konusunda çok önemli olduğunu düşünmesine rağmen, %92 oranı bu kriterde İstanbul'a zayıf not verdi.
- Suç oranları konusu ise ayrı bir yaşama kriteri olarak İstanbul'un en düşük notlarından birini aldı.
İstanbul'da çalışanların iş hayatından beklentilerinin ve gerçek deneyimlerinin kıyaslandığı ikinci bölümde ise, beklenti sıralamasında çok önemli olarak addedilen ve gerçek deneyim konusunda da çok düşük not olan aşağıdaki kriterler gözlemlendi:
- Kariyer yapma, iş tatmini ve huzurlu bir yaşam
- Kişisel gelişim, sosyal haklar ve güvenlik, çalışana saygı
- Başarının ödüllendirildiği bir iş yeri
Genel bağlamda katılımcıların görüşü, iş fırsatlarının çok olduğu İstanbul'da kariyer yapma ve yüksek maaş fırsatının da olduğu idi. Etkin bir networking oluşturma ve sektörel bazda kariyer için en elverişli merkez olması ise diğer etkenlerdi.
Gel gelelim zor yaşam şartlarına ve gerçek hayatla örtüşmeyen beklentilere rağmen, İstanbul'un genç profesyoneller üzerindeki çekiciliğinin devam etmesi, diğer metropol şehirlerin şehir markası kapsamında kalifiye iş gücünü çekme çalışmalarında büyük bir soru işareti oluşturuyor. ..
En modern yaşam standartları ya da kariyer imkanları ve finansal menfaatler gibi rasyonel kurgulara rağmen, genç profesyoneller belki de "I luv this city- Bu şehri seviyorum" diyerek İstanbul'dan vazgeçmiyor...
Peki siz olsanız ne yapardınız? Herşeye rağmen İstanbul mu olurdu? Çalışmak istenilen iş yerleri sıralamasında her zaman başı çeken şirketlerden biri olan Unilever merkezini ve faaliyetlerini bugün İzmir'e taşıdığını duyursa ve size bir iş teklifi ile gelse ne derdiniz?...
22 Ağustos 2009 Cumartesi
Basın Bülteni Dağıtım Servisleri
Basın listelerini PR ajansları için oluşturan ve güncelleyen, medyayı yakından takip eden ve bültenleri geniş bir kitleye servis eden basın bülteni dağıtım hizmetleri ortaya çıktığından beri zaman ve efordan tasarruf ettirdiği ya da ettiriyor gibi göründüğü için yoğun talep görüyor. Ek olarak sosyal medyaya ilginin artması ile birlikte işin içine arama motorları için optimize edilmiş bülten ve dağıtım hizmetleri girdi.
Tüm bu hizmetlerin medya listelerini güncel tutma ve arama motorları ile ilişkilerin güçlendirilmesi gibi bakımlardan işe yaradığı düşünülüyor. Bülten hedef kitlenin eline ulaştı, eline ulaştı ve okudu, okudu, okudu, okudu...Ya da arama motorlarında bültenin kopyaları alakalı alakasız sitelerde yer alıyor, sadece yer alıyor...
Bu hizmetleri akılcı bir bakış açısı ile yorumlamak hem hizmet tarafında yeni fikirlerin oluşturulmasına öncülük eder hem de sonuçta gerçek faydasının sıfıra yakın olduğu kurgulara yatırım yapmaktan marka ya da ajans tarafını kurtarır diyerek biraz ele alalım.
Medya listelerini üçüncü bir tarafın oluşturduğu ve güncellediği bir kurguda,zamanla medya mensupları ile ilişkilerin zayıflaması bir PR ajansı için en önemli sorunlardan biri haline gelebilir. Medya ilişkilerinin en önemli parçalarından biri olan gündemi takip etme ve bağlantılı gündemler oluşturabilme yetisi kaybolabilir. Bülten dağıtımının başarılı çıkışlarla sonuçlandığı çalışmalara baktığımızda nokta atışı yapan, hedef mecrayı, servis bölümünü ve gazeteciyi tanıyan yaklaşımları gözlemleyebiliriz. Bu durumda bültenlerinizin 100,000 kişilik bir listeye giderek belki de %90 oranında okunmadan silinmesi hiçbirşey ifade etmez. Okundu'lu mailler ise bir nebze hedef mecranın ilgisini çekmiş gibi görünse de sonuçta ilgilenmeyen bir gazetecinin mail kutusunda bir kirlilik yaratmak ve belki de onu boğmaktan başka hiçbirşeye yaramaz.
Medya ilişkileri konusu, Amerika gibi PR sektörünün çok geliştiği ülkelerde farklı yönleri ve çözümleri ile ele alınırken, "permission based release distribution -izinli bülten dağıtımı" konsepti yaygınlaşırken, halen daha spam tarzında bültenlerle medyayı ya da diğer hedef isimleri boğmak, birilerinin sizin hakkınızda haberdar olmasını sağlarken, oluşan olumsuz imaj bülten gündeminizin önünüze geçecek ve muhtemelen sadece o hatırlanacaktır.
Arama motoru için optimize edilmiş bülten çalışmalarınız sonrası, backlink'lerin büyük bir çoğunluğu değişik medya kanallarından değil de dağıtıcı sitenizden geliyorsa bu durum çok uzun süreli olmayacak ve akıllı arama motoru sıralamasında muhtemelen başladığınız noktaya geri döneceksiniz. Ayrıca asıl önemli olan sitenize trafik çekmek değil trafiği nasıl bir faydaya çevirdiğiniz, satış mı, bilgi edinme isteği mi vb. İnsanların gerçekten neyi önemsediğini bilmek ve stratejilerinizi bunun üzerine kurmak basit bir mantık ama en yararlısı olduğuna şüphe yok Arama motorlarında birbirinin aynısı bültenler zinciri ise tüketici pratiğinde her zaman deneyim sonuçlarının gerisinden gelir.
Tüm bu açılardan ele alındığında, geleneksel medya veya sosyal medya bülten dağıtım servislerinin gerçek faydasının tekrar değerlendirilmesi, akıllıca yöntemlerle ve stratejilerle kurgulanması gerekli diyebiliriz. Boşlukları doldurabilen hizmet modelleri ve girişimler ise iki taraflı kazanım yaratır ve uzun ömürlü olur.
5 Ağustos 2009 Çarşamba
PR sektörünün çivilerini yerine takıyoruz
3 Ağustos 2009 Pazartesi
Dijital Dünyanın Sancıları
- strateji eksikliği
- sadece bir satış aktivitesi olarak görülmesi, etkileşim süreci olduğunun anlaşılamaması
- hedefler belirlenmeden yola çıkılan, derinliği olmayan projeler
- yetkinliği şüpheli uzmanlar
- ölçümleme konusunda yetersizlik
- örnek başarılı uygulamaların olmaması...
Bu dünyayı yakından takip eden ve markalarımız için çeşitli projeler planlayan iletişim uzmanları olarak olayın neresindeyiz, bunu da değerlendirelim...
Gerçekten kendimize inanıyor muyuz?
Bugün sosyal medya hakkında iddiasını ortaya koyan danışman şirketlerden kaçı, sosyal medyayı gerçekten özümsemiş ve iş süreçlerine dahil etmiş durumda?
Kaçı çalışanları ile birlikte bu dünyayı daha yakından tanımak için hevesli?
Kaçı olayı "müşteri kazanma" boyutunun ötesinde sektörü ve bilgi birikimini bir çıta daha yükseltmek olarak algılıyor?
Kaçı at gözlüğünü çıkarıp, uçmadan, projelerin kör noktasına ışık tutuyor, böylece vaadleriyle tutarlılık sergileyerek itibarını koruyor?
Birilerini birşeye inandırmak istiyorsak, ilk önce kendimize inanmamız gerek, halimizi, ne olduğumuzu, nereye gittiğimizi dürüstçe sorgulamamız gerek...
Halkla İlişkiler ya da Kurumsal İletişim'in sosyal bir bilim olarak bile görülmediği zamanları hatırlayalım...Şimdi ise stratejik yönetim anlayışlarında ses sahibi bir fonksiyon...
Daha çok madde eklenebilir yukarıdaki listeye...Fakat herşey kendimize inanmakla başlıyor...
24 Temmuz 2009 Cuma
Paylaşmak güzeldir, şimdi daha da güzel
Zaman zaman dile getirdiğim şey, şimdi de tekrarlıyorum, bu ortam ve yabancı dil bilgisi insanın inanamayacağı kadar kaynağa, bilgiye, görüşe, deneyimi gözlemlemesine olanak sağlıyor. Kişisel gelişim ve networking bir yana mesleki gelişim anlamında da bizlere ivme kazandırıyor, farklı fikirleri paylaşıp, tartışıyor, yorumluyoruz. Bu ortamda yer alan deneyimli büyüklerimize danışıyoruz, yönlendirmelerini alıyoruz, paylaştıklarını özümsüyoruz. Kendini yetiştirmeye hevesli herkes beraberinde kitleleri de sürüklüyor, takipçilerini de kendisiyle beraber bir çıta yükseltiyor.
Bu paylaşımın geri planında ise mesleğine tutkuyla bağlı, öğrenmeye ve anlatmaya hevesli, özverili bir şekilde zamanını ve eforunu adayan, bunu da severek yapan isimler var.
Tuğçe Esener, bu şekilde tanıdığım isimlerden biri...Son olarak paylaştığı sunumun yansımalarını ve aldığı teşekkürleri takip ederken, bir teşekkür de ben eklemek istiyorum...Ve sizi sunumuyla başbaşa bırakıyorum...
20 Temmuz 2009 Pazartesi
Sosyal Medya'da Etkin İşveren Markası Yönetimi
16 Temmuz 2009 Perşembe
Johnson& Johnson imzalı Youtube Kanalı
pharmexec.com sitesinden detaylı haberini bulabilirsiniz. Burada, J&J'in yeni açtığı Youtube kanalı üzerinde nasıl kontrollü olabileceğine yapılan vurgu ise ilginç. İsteğe göre kapatılabilecek yorum kısmını bir avantaj gibi yansıtma durumu, sosyal medya dinamiği ile hiç ama hiç örtüşmüyor.
J&J'den önce başka şirketler tarafından da kullanılan Youtube , sağlık kuruluşları ve ilaç şirketleri tarafından web'in kullanımına yol gösterici oluyor. TR'de ilaç firmalarının tanıtımları konusundaki kısıtlamalar, internet ortamına nasıl yansıyor, bir netlik olmasa da, belli başlı bilgilendirici videoların ilgi çekeceğini tahmin ediyorum.
Gelelim J&J kanalının analizine...İlk etapta göze çarpan tasarımın ve renklerin kurumsal bir formatta hazırlanmış olması. "Health channel" ismi sade, hedefe yönelik ve akılda kalıcı...
Başlık altındaki alt sekmeler biraz daha ön plana çıkarılabilir, belki farklı bir yazı karakterinde...
Sekmelerin hemen altında solda kanalın tanımı ve birtakım yasal ifadeler yer alıyor. Bir sağlık firması olduğu düşünüldüğünde bu bilgilerin önplanda olması çok başarılı. Kurumsal web sitesine verilen link ve birtakım profil bilgileri de bu bölümde...
Sağ tarafta ise izlenen video ve hemen altında sosyal medya profilleri yer alıyor...Sosyal medya ortamındaki imzalar çok sıkıcı görünüyor. Bu bölüme farklı bir görsellik katılabilirmiş.
Ayrıca biraz daha aşağıya inildiğinde solda yer alan "connect with JNJhealth" bölümü ile birleştirilmesi de mümkün...
Şu andaki video portfolyosuna ve ulaştığı subscriber sayısına bakıldığında bir başarı yakaladığı aşikar...Bu başarıyı yorumlar bölümünde yer alan olumlu ifadelerde de görüyoruz.
Youtube kanalını hem içerik hem de görsellik bakımından efektif kullanan J&J sosyal medyada bakalım neler yapacak? Küçük bir not düşerek diğer J&J çalışmalarına kısa linkler:
Sosyal Ağ Topluluğu: http://www.facebook.com/ADHDMoms
Facebook Uygulama : http://www.facebook.com/apps/application.php?id=27415190831
Blogger İlişkileri:
http://www.brandweek.com/bw/news/recent_display.jsp?vnu_content_id=1003788871
Tarihsel kurumsal blog: http://www.kilmerhouse.com/
Kurumsal blog: http://jnjbtw.com/
26 Haziran 2009 Cuma
Sosyal Medyada Başarılı Çalışmalar- Giriş
- Sosyal medyada marka/isim görünürlüğü yaratmak.
- Hedef kitle etkileşimini arttırmak.
- Hedef kitle geri bildirimlerini toplamak.
- Hedef kitle diyaloglarına gözlemci olmak ve konuşmalara dahil olarak bilginin güncelliğini ve doğruluğunu korumak.
- Kurumsal ve ürünler hakkında haberleri sosyal medya ortamına aktarmak, burada kullanıcı güdümlü yayılımını sağlamak.
- varsa eğer e-ticaret sitesine trafik sağlamak.
- Pazarlama stratejilerine uygun projeler ile (kampanyalar, indirimler, özel günler, özel projeler) “buzz” yaratmak
Bu hedeflerle yola çıktıktan sonra dinamiği kavramış markalarda şu ortak noktaları gözlemliyoruz:
- sosyal medyaya ilk aşamada gözlemci olarak katılan ve izleyen
- blog ve diğer sosyal ağlarda kurum kültürüne ve sosyal ağın dinamiğine uygun ses tonu benimseyen
- ürün değil çözüm odaklı iletişim çalışmaları kurgulayan
- paylaşılabilir içerik sunan
- hedef sosyal ağın dinamiklerine uygun çalışmalar gerçekleştiren
- özel uygulamalar ile desteklenmiş projeler tasarlayan
- rekabeti gözleyen
- gerçek hayatla entegre olabilen
- ve en önemlisi sosyal medya katılımcılarını dinleyen, çalışmaların gidişatını ve sonucunu analiz ederek fayda sağlayacak revizyonlar gerçekleştiren...
14 Haziran 2009 Pazar
Hedeflerimi şekillendiren insanlar...
Lisede sayısal öğrencisiydim. Hayır, ailemden sayısal okumam konusunda herhangi bir baskı görmedim. Fakat, benim lise öğrencisi olduğum dönemde (yaklaşık 10 sene önce), eğer dersleriniz biraz iyiyse direk potansiyel sayısal öğrencisi olarak anılmaya başlardınız ve kendiniz bile hiç alakanız olmadığı halde genetik mühendisi falan olacağınıza inanırdınız. Benim sayısal seçmem özellikle edebiyat hocamın moralini çok bozmuştu. Kendisi karşıma geçip gözlerini devirdiği an, aslında yolun bir yerlerinde hiçbir zaman bir mühendis, doktor olmayacağımı anlamıştım.
Daha sonra olan oldu, yazdığım onca sayısal bölümden (şimdi anlatsam oturur güleriz)gire gire İngilizce İşletme bölümüne girdim. Okurken çok anlamıyordum ama staj yapmaya başlayıp, iş dünyasına hafiften bir adım atınca, bilinçsizce bu yola girmiş de olsam doğru bir yere gittiğimi hissediyordum. Stajımı Halkla İlişkiler alanında yaptım. O zamanlar yanında staj yaptığım kişi, bu dönemin verimli geçmesi ve birşeyler öğrenebilmem için gerçekten çok yardımcı oldu ve ilk adımlarımı yanında attım.
Mezun olduktan çok kısa bir süre sonra başka bir yerde kısa bir iş deneyimi edindim. Pek içime sinmeyen bu dönem çok da uzun süreli olmadı ama ben ellerim bomboş kalakaldım. Demoralize oldum, yeni mezun birçok arkadaşım gibi boşlukta hissettim..Arayışlar başladı.
Daha sonra alanımı biraz daha özümseyebilmek için yüksek lisans yapmaya karar verdim. O dönemde birebir Halkla İlişkiler ile ilgili olmasa da kenarından köşesinden kendimizce birşeyler yapmaya çalıştığımız bir işim vardı. Sonra bana katkıda bulunma sınırına geldiğini anladığım zaman işi bıraktım ve yeni bir iş arayışında olduğum bir döneme girdim.
Bu dönemde kaba tabiriyle torpil diye tabir edilen ama bana göre lütfen beni de tanıyın demek için sadece bir fırsat teşkil eden şekilde, Türkiye'nin önde gelen şirketlerinden birinde iş görüşmesine gittim. Ayrıca bu şirkette staj yapmış olmak da kendime güvenimi güçlendiriyordu. Görüşme bana göre iyi geçmişti. Bu arada ikinci görüşmeye kesinlikle çağrılacağımı düşünerek, görüşmeyi de büyük bir ihtimalle yapacağımı düşündüğüm Kurumsal İletişim Müdürü'nü internette araştırmaya başladım. Bingooo...Hakkında birçok kaynak vardı. Üstüne üstlük kariyer danışmanı gibi bütün ipuçlarını önüme seriyordu. Fakat onu tanıdıkça, kendimde tamamlanmamış bir yönü keşfettim. Kendimi geliştirmek için herkesin yaptığını yapıyordum, fakat fark yaratmak için hiçbirşey yapmamıştım!
Kendisi sayesinde blog yazarlığı ile tanıştım. Araştırmacı yönümü daha fazla ön plana çıkarmaya, bilgi edinme konusunda doyumsuzca davranmaya başladım. Birkaç hafta sonra şirketten cevap geldi...Olumsuzdu...Fakat hiç üzülmedim...Biliyordum ki bir pozisyondan çok daha fazla şey kazanmıştım: "Hedefler"
Aradan birkaç ay geçti...Ben çalışmıyordum ama aktif olarak blog yazmaya başlamış ve çok şey öğrenmiştim. Bu sırada yüksek lisansımın son dönemi başlamıştı ve alanın duayenlerinden biri dersimize girdi. İlk derste bir soru sordu ve ben sanki aylardır bu soruya hazırlanıyordum. Bingooo...Cevap verdim...Daha sonra belki de bu cevabım sayesinde bir sonraki işime kavuştum ve mutfağına girerek insanlık için küçük benim için büyük bir adım atmış oldum:)
Şu anda geriye baktığımda sadece tanıdığım insanlardan değil yoluma çıkan her insandan birşey öğrendiğimi, beni farkında olarak ya da olmayarak bir takım yollara sürüklediklerini, hedeflerimi şekillendirdiklerini görüyorum. Bu insanlardan bazıları yukarıda bahsettiğim gibi örnek alınacak, sözü dinlenecek insanlar, bazıları ise tanımasam da olur diyeceğiniz cinsten... Hayır, her türlü insanı tanımak bir fırsat... Fakat beni hedeflerime yaklaştırdığına inandığım, sadece bu insanları tanımak değil, onlarla beraber kendimi tanımaya, kendimi aşmaya çalışmak. Hiçbir zaman hırslı ve ne istediğini bilen biri olmamıştım. Üniversiteden çıkıp gerçekle yüzleşene kadar... Ne yapmak istediğime karar vermemle beraber, hayatımdaki gelişmeler ivmelendi...
Şimdi siz de eğer ki bu yola baş koyduysanız, yaşadığınız her deneyimi, tanıdığınız her insanı kendinizi geliştirmek için bir fırsata dönüştürün. Gelecekte, özellikle iş ararken ya da mevcut işinizde size o sırada sıkıntı veren her neyse, çözümlerin size düşen payını layığıyla hayata geçirin...Kendinizi aşmak, en birincil hedefiniz olsun, asla ben oldum demeyin...Bu şekilde göreceksiniz ki, uygun zaman ve ortamda arayışında olduğunuz her neyse o size gelecek...
9 Haziran 2009 Salı
Kontrol mü? Bilinç mi? Çözüm Hangisinde?
2 Haziran 2009 Salı
Futurist PR:)
İlk olarak katıldığım Future Talks'da aklımda kalan kelime "etik" oldu. Ufuk Tarhan'ın Future Talks 2 önerileri için attığı postta da dediğim gibi: " Geleceği kurgulamaktan bahsederken, dün Cem Bey'in de değindiği etik konusu var hep aklımda. sağlık, bilim, teknoloji, gıda, üretim, hizmet her konunun geleceği kurgulanıyor fakat etik kavramına kim sahip çıkacak ve onu vurgulayacak? futurizm ile ilgili bir makalede insanların dürüstlük kavramından gittikçe uzaklaştığına değinmişlerdi. Peki kurumlardan neden dürüstlük/ şeffaflık beklentisi gün geçtikçe artıyor? Dün aslında bu soruyu sormak istiyordum ama sonuna doğru çıkmak zorunda kaldım. Geleceğin tüm kurgularının yanında onları besleyecek ve kaydedilen ilerlemelerin iyi amaçla kullanılmasına yarayacak bir kavram olduğuna inanıyorum "ETİK"in.." Futurist PR: etik çerçevesinde, doğruları saptırmayan, olaylara açıklama getiren, anlaşılmasını sağlayan iletişim.
İkinci KSS...Son zamanlarda önüme düşen bültenlerdeki klasik ifade: A firması bilmemneye duyduğu sorumluluk bilinci çerçevesinde B STK ile C çalışmalarına başladı. Bu tür bültenlerden de bana gına gelmeye başladı. Kurumlar var, STK'lar var, projelerle bütçesel eşleşmeye bakıyor gerisi...Ama bu projelerin ne kadar değer yaratacağı ise hep bir soru işareti...Futurist PR, çalışmaların haticesi değil neticesinde iletişim kurgulayacak gibi görünüyor. Yahu daha bismillah yeni başlamışsın projeye, biraz ilerlet de görelim boyunun ölçüsünü... Hemen bülten falan...
Üçüncüsü sosyal medya ile şekillenen bilgi edinme biçimleri ve geleneksel medyaya ne olduğu...Fakat geleneksel medyada subjektif/yandaş süzgeçlerden haber alıyoruz derken, sosyal medyada da bu çok farklı değil...Sadece çok farklı yorumlardan ve diyalogtan yola çıkarak daha seçenekli bir durumdayız. Bu da algılayıp süzebilmek için daha üst bir bilinç düzeyi gerektiriyor. Peki PR'a neler oluyor? Klasik segmentasyondan uzaklaşırken "community management" olarak tabir edilen bir iletişim biçimine kayıyoruz. (tam karşılığını bilen söylesin). Beni nasıl bilirdinize cevabınız artık 26 yaşında, yüksek lisans mezunu, uzun kıvırcık saçlı (TT'ye göre yorgunluklarımın sebebi bu, ağırlık yapıyor:)), Istanbul'da yaşayan...nokta nokta selam, asl? değil. Daha çok ruhu genç kalan, master yapmış ama adam da olmuş, kuaförde sıkılan ama yine de giden, Istanbul Istanbul olalı görmedi böyle keder (trafik) biri...Futurist PR işte bu...daha ince, daha mikro, daha kişiye özel mesajlar...
Bir de futurist mi ütopik mi karar veremediğim bir nokta var...Daha sakin, daha mantıklı, insan gibi insanlardan oluşan bir PR dünyası...:)
Sevgiyle kalıııın:)
19 Mayıs 2009 Salı
Sizin etik kavramınız ne kadar etik?
Tarafların kendi savunuculuğunu yapması gayet normal. Savunuculuktan kastım ise gerçekleştirdikleri ya da gerçekleştirecekleri davranışların, temsil ettikleri roller çerçevesinde yorumlanması gerektiği vurgusunu yapıyor olmaları. (bkz: medya kuruluşu görevini yapıyor, halkı bilgilendiriyor, kişi kendi bireysel savunma hakkını kullanıyor, temsilci şirket iletici rolünü üstleniyor). Tüm taraflar kendine bir rol biçiyor ve rol çatışmalarının ortasında birşeyi gözden kaçırıyor. Kamuoyunun hür irade ile yargıya varabilmesine rehberlik edebilecek bir kavram..."Etik"
Peki etik kavramı bu resimde yer alan tüm tarafların mesleki ve toplumsal rolleri ile değerlendirildiğinde nerede kalıyor?
Kavramlar, sözlük karşılığı, makaleler inceliyorum. Etik ve içinde barındırdığı kavramı tanımlamaya çalışıyorum. Alakalı olabilecek sözcükler seçiyorum:
Saygı
Anlayış
Bilinç
Değer
Erdem
Ahlak
İlke
Sorgulama
Karakter
Davranış
Algı
Tutum
Adalet
Şeffaflık
Kural
Kanun
Örf/Adet
Din
Norm
Toplum
İlişki
Sorumluluk
Niyet
Nesnellik
Toplumlar mahkeme değildir ve konsensus oluşmak zorunda da değildir.
Bu gibi durumlarda tarafların ne olduğu ( tanımlamalar) , bir diğer tarafın yargısına kalmadığı gibi, bulundukları toplumların içinde kavramlara hangi anlamların yüklendiği ile ilgilidir ve bu doğrultuda şekillenir.
4 Mayıs 2009 Pazartesi
Canım Fiesta Blogger'ların elinde
9 Nisan 2009 Perşembe
KSS Çözümleri Pazar Yeri
Ayrıntılı bilgi:
http://www.kssd.org/
18 Mart 2009 Çarşamba
Labor omnia vincit - Emek her şeyi yener
Esse quam videri- Öyle görünmek değil, öyle olmak-
Eskiden "birşey gibi" görünmek daha kolaydı. Kitlelerin haber kaynağı kısıtlı, kurumlar içe kapalıydı. Zaman zaman dışarı açılıp kendisi hakkında birşey söylediğinde insanlar o kuruma inanırdı,inanmak istemiyorsa zaman, efor ve düşüncesini adar, araştırmacı gazeteci gibi cımbızla söker, bulur fakat yine de bulduğunu da paylaşamazdı.
Şimdi oyunun tüm kuralları değişti. Şeffaflık zorunluluk haline geldi. Hem haber alma hem de içimizdekileri paylaşma konusunda sonsuz seçeneğimiz var. Bu da bir noktada mesajı göndereni köşeye sıkıştırıyor. Çünkü biliyor ki atıp tutmak eskisi kadar kolay değil. Bu bir bakıma atıp tutmak isteyen dinleyicilere de fırsat yaratıyor olsa da, kurumlar ve onları temsil eden iletişimciler ne söylediğinin çok farkında olmalı...
Vermek istediğiniz mesaj ve yaratmak istediğiniz algı konusunda gerçekçi olun, itibar yönetiyorsunuz. Harfleri ve cümleleri kandırarak gerçeklerle örtüşmeyen mesajlar verebilirsiniz fakat iletişim çağında foyanızın meydana çıkması an meselesi ve bu itibarınıza sunabileceğiniz en büyük tehdit.
Her hareketin altında bir beyin eforu yatmalı. Düşünmeden sarfedilen sözler, yapılan hareketler özellikle bir iletişimcinin kaçınması gereken durumlardır. Ayrıca düşünmek zihni açar, en azından konu üzerine bir şans verip, yaratıcılığın sınırlarını zorlar.
Quidquid latine dictum sit, altum viditur- Latince söylenen söz kulağa derin gelir-
Tüm bunları neden Latince özlü sözler kullanarak yazdım? Çok büyük bir misyonu yok, sadece bir renk olsun diye...Bana ilham veren o sözlerin kaynağını görelim diye...Otium sine litteris mors est. - Edebiyatsız boş vakit öldürücüdür.