9 Aralık 2012 Pazar

Değişimin kendisi olmak...Gerçek liderler kim?

Sürdürülebilirlik için hedefimiz: Gelecek nesillerin kaynaklarını tüketmemek. Günümüz kaynaklarını geri dönüşü olmayan bir şekilde harcamamak. Gerçek bir sosyal adalet için günümüz kaynaklarını adil olmayan bir şekilde de harcamamak, başka grupların, ülkelerin, insanların haklarını gasp etmemek. Peki ya bu resimde geçmişten bahsetmek gerekmez mi? Ders almamız gereken bir yerlere geçmişi oturtmak...

Sürdürülebilir kalkınmanın kendini gerçekleştirebilmesi için, kalkınma içinde yer alan aktörlerin tam uyumuna ve işbirliğine ihtiyacı vardır. Bu uyumu ve işbirliğini harekete geçirme ve yönlendirme görevini ise liderler üstlenir. Lider kuruluşların insiyatif sahibi ve vizyoner liderleri, lider tüketiciler, lider hükümetler...Bu sebeple, uyumu ve işbirliğini baltalayıcı her mekanizma, süreç, engel gözden geçirilmelidir.

Sürdürülebilirlik alanında dünyada okunması gereken ilk 10 kitap listesine girmiş olan "Leading Change Towards Sustainability" kitabında, işletmeler, hükümetler ve sivil toplum için bir değişim yönetimi yol haritası çiziliyor. Aşağıdaki sunumda bu kitabın özetine dair notları bulabilirsiniz.



8 Kasım 2012 Perşembe

Sürdürülebilirlik: Yasalara "uymakla yetinmeyen" şirketler

7 Kasım tarihinde İstanbul Ticaret Odası' nda gerçekleştirilen CSR Seminar/ Bir Rekabet Avantajı Olarak Sürdürülebilirlik seminerine katıldım. Hollanda ile diplomatik ilişkilerin 400. yıldönümü kapsamında gerçekleştirilen etkinliğe Hollanda Başbakanı Mark Rutte katılım gösterdi ve gerçekleşen panelde düşüncelerini paylaştı.

Sürdürülebilirlik (söylenmesi gibi içi doldurulması da zor bir kavram olarak) hükümetler, şirketler, STKlar ve tüketiciler gözünden tartışıldı, Türk ve Hollandalı şirketlerden en iyi uygulamalar, öneri modeller paylaşıldı.

Burada tartışmaya açmak istediğim sürdürülebilirlik konusuna bütün bir resim olarak bakılmadığı sürece yapılan çalışmaların geçici çözümler olarak kalacağı...

Oturum öncesi sohbet ettiğim gazeteci beyefendiye aktardığım, diğer sohbet ortamlarında da sık sık bahsettiğim bir konu vardı. Dünya üzerinde hali hazırda 1 milyar civarında insanın temiz suya erişimi yokken, ve su bir çok üretim sürecinde çok önemli bir kaynak iken, sürdürülebilirlik çalışmalarının odak noktasına kendi üretim süreçlerini koymayanlar maalesef başarılı bir performans sergilemiyor. Bunun ilerisine erişebilen, yani sürdürülebilirlik çalışmalarını sadece kendi üretim ve dağıtım süreçlerine indirgemeden, bütün değer zincirine yaymaya çalışan şirketler ise en iyi uygulama örneği olarak bahsediliyor ve kendilerini sürekli aşmaya çalışıyorlar. Diğer uygulama örneklerinden ve modellerden ayrı ayrı bahsedeceğim fakat önceliği, sürdürülebilirlik konusunda uzun avdeli bir program yürütmekte olan Unilever' e vereceğim.
 
Unilever dünyada her gün 170 milyar civarında ürününün kullanıldığı bir şirket olarak, etki alanını genişletebileceğinin farkına varmış ve Unilever Sustainability Living Plan çerçevesinde, 2020 yılı sonuna kadar kendisine dünya üzerinde 1 milyar insanın sağlık ve esenliğini geliştirmek gibi bir hedef koymuş bir şirket. Bunu yaparken, cirosunu artırmayı ve çevresel etkisini % 50 azaltmayı başaracağına inanıyor. Tarımsal hammaddelerinin % 100 ünü sürdürülebilir kaynaklardan sağlamayı hedefliyor. Değer zincirinde nasıl bir fark yaratılmaya çalışıldığını anlatan bu videoyu izleyelim.





Bu video aslında Sürdürülebilirlik kavramının içini doldurmak için anlatılan bir çok modelden daha etkileyici ve akılda kalıcı. Çünkü sürecin nasıl tüm paydaşlara yayılabileceğini ve bu şekilde çevredeki ayak izini azaltabileceğini gösteren bir örnek.
 
Tabi kurumsal vatandaşlık kavramının da bugününe ve geleceğine bakmak gerek. Hollanda Başbakanı, hükümetlerin rolünün düzenlemeler ve uygulamalar için standart belirlemek ve şirketler ve bireyler için etkinlik ortamı yaratmak olduğundan bahsediyordu. Fakat hepimizin tahmin edebileceği üzere, şirketler ve bireyler, sadece halihazırdaki yasalara uymakla yetinse idi, ilerleme ve etki yaratma anlamında çok büyük aşama kaydedilemeyeceği bir gerçek. Uygulamaların ve yasal gerekliliklerin bir çok politiak ve ekonomik sebebi var, bunları ayrı tartışmak gerek. Bu anlamda sürdürülebilir iş modeli ve sorumluluk kavramının içini doldurabilen şirketler, gönüllülük esasında gerçek katma değeri yaratıyor. Ne dersiniz?

9 Ekim 2012 Salı

Şirketlerde Sosyal Medya Politikası ve İşveren Markası 2: Araştırma Sonucu ve Öneriler

Bir önceki yazımda yaptığım araştırmanın temelini oluşturan kavramlara ve motivasyonuma değinmiştim. Bilgi Çağı' nda tercih edilen işveren olmanın önemini, özellikle genç kuşak çalışanların beklentisinde olduğu esnek çalışma ortamlarının ve dinamik organizasyonel kültürün, bir taraftan inovasyon ve kendi kendine karar verebilme süreçlerini desteklediğini bir taraftan da şirket itibarı açısından kaygı verici durumlara sebep olabileceğini belirttik. Bu noktada, kurum itibarının ayrılmaz bir uzantısı olan çalışanların, sosyal medya politikaları ile nasıl sınırlandırılacağını değil, nasıl ellerinin güçlendirileceğini, bu ortamdan karşılıklı olarak en iyi nasıl yarar sağlanabileceğini araştırmak gerektiğini vurguladık. Bu yazıda ise çok özet bir şekilde en önemli çıktılara değineceğim.
 
Öncelikle çalışan genç kuşağın sosyal medya kullanım profili ortaya çıktı. Değinilmesi gereken enteresan sonuçlardan biri olarak anket kaıtlımcıları arasında 35 yaş altı olan hiç kimse "sosyal medya platformlarını kullanmıyorum" seçeneğini işaretlemedi. Bu sonuç Türkiye için sunulan çeşitli istatistiklerle de paraleldi, nitekim Internet World Stats, 2012' de, 35 milyon internet kullanıcısı ile Türkiye' yi internet penatrasyonu açısından dünya sıralamasında ilk 10' a yerleştirdi.
 
Kullanım profillerinde dikkati çeken bir diğer detay ise, genç kuşağın iş saatlerinde sosyal medya kullanımlarının yaratıcılık ve üretkenliklerine katkıda bulunduğunu düşünmeleri. Eksiklik ise hali hazırda, iş saatlerindeki sosyal medya kullanımlarının bireysel, profesyonel ve organizasyonel gelişime nasıl katkıda bulunabileceğinin, vadettiği potansiyelin kurumsal düzeyde keşfedilememiş olması. Çok büyük bir kısmı, çalıştıkları kurum hakkında sosyal medyada görüş beyan etmeyi tercih etmese de tercih edenler arasında iş yeri etkinlikleri/ iş arkadaşları ile etkinlikler ve ürün/hizmetleri en baş sıraya koyarak, işveren markasının nasıl doğal elçileri haline geldiklerini gösteriyorlar. Yine de ürün/hizmetler hakkındaki konuşmaların yetkili pazarlama/satış/CRM çalışanları tarafından yürütülmesi gerektiğine inanan büyük bir çoğunluk var. Bu noktada, kurumların halen daha kurumu direk ilgilendiren online resmi şirket sesinin (online official corporate voice) kim olduğunu ve çalışanların işveren marka elçiliği kavramının içine nasıl oturacağını belirli bir politikaya bağlayamamış olduğu görülüyor.
 
 
Çalışanların karşılıklı güven ortamının arayışında olduğu bu dönemde, belli bir nedeni olmayan erişim kısıtlamaları bu karşılıklı güven ortamını zedeliyor. Şirketlerin, aşırı kural ve prosedürden kaynaklı bürokrasinin derecesini artırmamaya gayret ederek sosyal medya politikalarını bir bilgi/danışma noktası olarak konumlandırmaları gerekiyor. İş akdinin, etik el kitabının yeterli olduğunu ve sosyal medya kullanım kurallarının kendilerine güvenilmediğini düşündüreceğini belirtenlerin oranı bir hayli fazla, bu durumda sosyal medya politikalarının her cümlesinin ne kadar hassasiyetle tasarlanması gerektiğini ve iletişiminin de aynı hassasiyetle yapılması gerektiğini söyleyebiliriz.
 
Kurumların neredeyse %80' ninde hali hazırda bir sosyal medya politikası bulunmuyor. Çalışanlar ise hem kendileri hem de kurumları için bu ortamı nasıl daha iyi kullanabileceklerine dair bir bilgi açığını vurguluyorlar, bu konuda bir eğitim alma konusunda istekli olanlar, kurumun doğal marka elçileri haline gelmeye ve bu esnada da kendi profesyonel gelişimlerine katkıda bulunmaya açıklar. Rowley& Jackson' ın(2011), çalışanların bir kuruma ne kadar adanmış olacağının, memnuniyet ve motivasyon derecesinin, kurumsal politikaların tamamen güven ve adalet algısı ile ilişkilerindirildiğinde pozitif olacağı deyişi bu durumun altını çiziyor.
 
Sonuç olarak ulaştığım kurumsal politikalar hakkında bazı önerilerim ise şu şekilde:
 
Çalışan profilini iyi algılamak; şeffaf bir biçimde ne yer, ne içerler, sosyal medyada nerelerde gezerler, tozarlar, konuşurlar bunları dürüst bir şekilde araştırmak, perde arkasından değil. Ancak bu şekilde marka elçisine dönüşme potansiyeli olan çalışanlarla karşılıklı bir bağ kurulabilir.
 
Çalışanlara, iş sözleşmelerinin ve etik el kitaplarının sosyal medya üzerinde herhangi bir durumda bireysel seçimlerini şekillendirecek birincil rehberleri olduğunu anlatmak, sosyal medya politikalarının ve eğitimlerinin onların profesyonel ve kurumsal gelişim/itibar/ilerleyiş için bir yardım masası işlevi gördüğü, asla ve asla eski, bürokratik tip bir organizasyonun uzantısı olmadığı mesajını iyi vermek.
 
Sosyal medya erişimini tümüyle kısıtlamamak, özel erişim uygulamaları ve düzenlemeleri ise açık bir dille, doğru ve geçerli sebeplerle ifade etmek.
 
Sosyal medyayı insan kaynakları uygulamaları için kullanırken çok dikkatli olmak. Çalışanların bir çoğu iş başvuru süreçlerinde kendilerinden habersiz ve durumla alakasız olarak yapılan online aday araştırmalarında sınırın aşıldığını ve bunun özel hayata müdahale olduğunu düşünüyor.
 
Sosyal medya erişimi konusunda departmanlar arası bir ayrımı asla ve asla gözetmemek.
 
Kurumsal politikalarda karşılıklı yarar, güven ve adalet gözetildiği sürece, çalışanlar kuruma çalışılacak bir yer olarak güvenir, memnuniyet dereceleri artabilir, kuruma sadakat ve verimlilik güçlenebilir.  İnsan Kaynakları uygulamaları, çalışanlara bir ses verecek ve öğrenme, gelişme ortamını, kendi kendine karar verme yetisini, esnek çalışma koşullarını sağlayabildiği sürece Bilgi Çağı' nın çalışanına hitap edebilir ve onları kurumsal markalarının bir parçası ve doğal temsilcisi haline getirebilir. Kriz yönetimi, profesyonel çevre genişletme, informal öğrenme, bilgi paylaşımı, kariyer gelişimi konusunda bu ortamdan nasıl yarar sağlayabileceğini öğrenen çalışanlar hem kendi gelişimlerine hem de organizasyonel gelişime ve itibara katkı sağlayabilir.
 
Yetenek savaşının kızışması, genç kuşak çalışanları daha iyi anlamayı ve onların isteklerine, beklentilerine cevap vermeyi esas kılıyor. Buna bilgi çağının dinamiklerini iyi anlayabilmiş şirketlerin konuşulan başarıları da eklenince, sosyal medya politikalarının hangi eğilimle kurgulanacağının önemi bir kere daha artıyor.
 
Araştırmanın önerilerine ve çıktılarına tümüyle değinmek mümkün olmasa da, özetiyle altını çizmek istediğim kavramlar ve genç kuşak beklentisinin resmi bu şekilde. Araştırma hakkında daha detaylı bilgi almak isteyenler, bana e-mail yoluyla ulaşabilirler...
 

7 Ekim 2012 Pazar

Şirketlerde Sosyal Medya Politikası ve İşveren Markası 1: Araştırma Temeli& Kavramlar

Yaklaşık 1,5 senelik bir emeğin ürünü olarak, şirketlerde sosyal medya politikası ve işveren markası konulu araştırmam sonuçlandı. Açıkçası en uzun zamanı, konunun doğasından ileri gelen hızlı değişime ayak uydurmak zorunda kalarak, sürekli okuyarak ve literatür taraması yaparak geçirdim. Ben araştırmamı yayına hazırlarken bile literatürde yer alan bir çok konu daha da çok çeşitlenmiş ve dallanıp budaklanmıştır. Yine de organizasyon, kurum kültürü, çalışan motivasyonu, bağlılığı, işveren markası gibi kavramlar, temel hareket noktam olduğu için araştırma çıktılarının ve değerlendirmelerin geçerliliği konusunda yetkin bir araştırma olduğunu söylemek mümkün.

Araştırma anketimi orjinal olarak hazırlamak da ayrı bir hazırlık çalışmasını gerektiriyordu. Bu sebeple literatürde, haberlerde, sohbetlerde karşılaştığım önemli noktaları kapsamına almaya çalıştım. Anketi bitirme sabrı gösteren tüm katılımcılara buradan bir kere daha teşekkür ediyorum.

Araştırmamın temel motivasyonu, internet kullanımı& sosyal medyanın hayatımıza girmesi ile birlikte çalışan kimliğimizi günün neredeyse 12 saati üzerimizde taşıyarak ve ofis dışı hayatımızda da bu kimlikleri ister istemez üzerimizde taşıyarak, kurumsal itibarın ayrılmaz bir parçası olarak, şu anki sosyal medya politikaları hakkındaki düşüncelerimizi, taleplerimizi, beklentilerimizi incelemekti. Hali ile şu anki genç kuşak, gelecek yıllarda şirketlerin kadrolarını daha fazla dolduracakken, bu araştırmayı genç profesyoneller gözünden şekillendirmek en ideali olurdu. İşveren markası kavramı hakkında 2008 yılında ilk yazdığımda, sosyal medya  şirket gündemlerine yeni yeni düşüyordu. Şimdi ise baktığımda, iyi bir işveren markası yönetiminin yapı taşlarından biri olan kurumsal politikalar ve uygulamalar konusunda, çalışanların yaşam tarzlarını, 7/24 alışkanlıklarını içine alan sosyal medya politikalarını benimsemek ve uygulamak, uzun dönem çalışan bağlılığının, performansın ve organizasyonel mükemmelliğin en önemli adımlarından biri. 

Tabi bu kavramlardan bu şekilde bahsetmek için detaylı araştırmalar yapmaya gerek yok, mevcut araştırmalar zaten bize ne kadar önemli olduğunu işaret ediyor. Fakat bu yönlendirmenin detaylarına, şirketlerin benimsedikleri uygulamalarda nelerin yetersiz olduğuna, nelerin farklı yapılması gerektiğine, şu ana kadar yapılmayanlara da bir bakmak gerekiyor. Bu amaçla yaptığım araştırma sonuçlarına geçmeden önce bir kaç kavrama daha değinmek istiyorum.

Geleneksel İK bakış açısının, değişen iş gücü yapısı ve beklentilerle birlikte geçirdiği dönüşüm, stratejik yönetim kademesinde söz sahibi olmasını sağladı. Organizasyonel performansın hedeflendiği bu yönetim anlayışında, strateji kurum politikalarında ve uygulamalarında kendini gösteriyor. Dönüşüm geçiren İK, çalışanların maliyet değil varlık olarak görüldüğü bir ortam sunuyor. Çalışan sadakatinin sarsıldığı, motivasyonunun kolayca bozulduğu iş dünyasının son yıllarında, İK politikaları, bu negatif durumun yüzünü pozitif çevirmek durumunda ve bu amaçla kurgulanıyor. Araştırmalara göre, psikolojik olarak kendini iyi hissettiren bir ortamda, üretkenlik de artıyor. Çalışanlar, kurumlarından esnek ve daha az resmi bir ortam bekleyişi içindeler, çalışanlar karşılaştıkları herhangi bir durumda, çözümlemek için ellerinin güçlendirilmesini istiyorlar. 

İşte bu noktada İşveren Markası kavramı karşımıza çıkıyor...Çalışma ortamı, kurum kültürü ve diğer birleşenleri ile birlikte, işveren markası, mevcut ve potansiyel çalışanların deneyimledikleri sonucunda , onların kurumların ne kadar iyi bir "İş yeri" olduğu ile ilgileniyor. Çalışan ise, iyi bir işyerine duyduğu güven ne kadar yüksekse, kurumu o kadar sahipleniyor ve bir marka elçisi haline geliyor. Barrow ve Mosley' nin kitabında tanıttığı İşveren Markası Çarkı' nda, politikalar ve değerler bu birleşimin en önemli parçalarından biri. Çalışanın neyi deneyimleyeceğini aslında kurum kültürünü de şekillendiren bu politikalar içinde en önemlisi karşılıklı "Güven" ve "Saygı" ortamını yaratabilmek. Zaten dönüşüm geçiren İK anlayışı da, çalışanların kendini geliştirdiği ve organizasyonel başarının bir parçası olarak en iyi katkıda bulunabilecekleri mekanizmaları ortaya koymak durumunda.

Kurumsal politikaların fazlalığı ise, aşırı bürokratik bir kuruma dönüşmeyi sağlayabilir. Bu çalışanların beklentisinde olduğu esnek çalışma ortamını zedeleme riskini taşıyor fakat politikası olmayan bir durumda da ,özellikle herkesin yabancısı olduğu ve düzensiz bir iletişim ortamını içeren sosyal medya gibi, kafa karıştırıcı, standardı olmayan, tutarsız uygulamalar bu güven ortamını zedeleyebiliyor. Bu anlamda bakıldığında, sosyal medya kullanımından dolayı iş akdi feshedilen ya da uyarı alan çalışanlar mı haklı, yoksa kurumsal politikalarını derinlemesine incelememiş kurumlar mı, karar vermek zor.

Organizasyonun tüm fonksiyonları ve çevresi ile birlikte geçirdiği bu dijital dönüşümün ortasında, yabancı, hareketsiz kalması ve stratejik düşünmemesi en büyük zayıflıklardan biri. Gossieaux & Moran' ın(2010) bahsettiği "Hyper-Social" organizasyon, sosyal medyanın doğası gereği, organizasyonların her bölümünde klasik geleneksel hiyerarşik yapılanmayı çürüttüğü bir ortamın yeni resmini sunuyor. Bu resimde ise, en dikkati çeken; stratejik yönetim anlayışı bakımından, sosyal medyanın bir şirketin iş modelinin neredeyse her noktasına kadar nüfuz edebilecek olması. Öyleyse, İK bu planlamadan nasıl uzak kalabilir? Tipik emir-kontrol mekanizması, bilginin, iletişimin ve politikaların yukarıdan aşağıya aktığı bir süreç olarak, sosyal medyanın düzensiz iletişim biçiminin tam karşısında durarak, sağlayabileceği tüm avantajları, fırsatları harcıyor.

Karşımızda, bilgi çağının, değerleri ve algıları iyi araştırılması gereken koskoca bir potansiyel çalışan ordusu duruyor. Bu genç kuşak, "hızlı yaşıyor", bu yüzden de hızlı karar veriyor, hızlı alışıyor ve hızlı bırakıyor. Arayışında oldukları, kendilerine emeklilik güveni veren değil, yaşam stillerine ayak uydurma güveni veren kurumlar. Bilgiye erişim ise bu çağda, onların en temel ihtiyaçlarından biri, Belki Maslow yaşasaydı, bilgiye erişimi en temel basamağa koyardı dedirtecek kadar?

Sonuç olarak, araştırmanın temelini oluşturan kavramlara ve istatistiklere bakıldığında, kurumsal sosyal medya politikası geliştirmek, bilgi çağının fırsatlarından yararlanmak isteyen kurumlar için sanıldığının aksine çok daha detaylı, ince bir çalışmayı gerekli kılıyor. Yazının ikinci bölümünde araştırma sorularını ve sonuçlarını bu kavramlarla ilişkilendirerek paylaşıyor olacağım...

22 Haziran 2012 Cuma

Kadın ve Sürdürülebilir Kalkınma

Daha önceki kadın ve girişim yazımızı, Dünya Ekonomik Forumu' nda, Desmond Tutu' nun "Biz erkekler yıllarca mahvettik, şimdi de kadınların bir şeyler denemesine izin verelim" sözleriyle kapatmıştık. 

Kadının, sürdürülebilir ekonomideki önemli rolünü vurgulayan bir çok etkinliğin ortasında, Türkiye' de Pepsico* ve KAGİDER** işbirliği ile düzenlenen “Kadın Liderlerin Öncülüğü – Sürdürülebilir Ekonomi için Kadının Güçlenmesi” konulu foruma bu hafta katılma şansı yakaladım. Aldığım notların bir kısmını twitter' da #liderkadin etiketi ile bulabilirsiniz. Kurumsal kültürde kadın erkek eşitliğini temel ilkelerden biri olarak kabul eden Pepsico CEO' su Indra Nooyi, Forbes tarafından dünyanın en güçlü 4. kadını olarak lanse edilmiş, çok başarılı ve bir o kadar da naif bir iş kadını olarak karşımızda duruyordu.  Indra Nooyi' nin kurumsal yaşamın bir kadın için yarattığı tüm zorluklara rağmen önce ailenin geldiğini söylemekten çekinmemesi de kurumların iş/yaşam dengesi konularında hassasiyet göstermeleri gerektiğini bir kere daha vurguladı. 

Kadın, toplum ve iş dünyası üçgeninde önemli istatistiklerden söz edildi. Kadının iş gücüne tam katılımı ile birlikte Gayri Safi Milli Hasıla' da dünyada bazı ülkelerde % 16' ya kadar artış gerçekleşebileceği, Türkiye' de kadının iş gücüne katılımı ile (hala daha alınacak çok yol olmakla birlikte) bunun % 4 artış seviyesinde gerçekleştiği vurgulandı. İlginç nokta, dünyadaki işlerin % 60' ının kadınlar tarafından yapıldığı halde, daha önce de vurguladığımız gibi gelirin sadece % 10' una erişebildiği idi. Nooyi, kurum içindeki çeşitliliğin  organizasyonun güçlenmesi ve şirket kültürü açısından değer yarattığını vurguladı. Zihinsel emeğin fazla olduğu alanlarda kadın oranlarının erkekleri geçtiğini ve kadının iş gücüne katılımı için ortam yaratılmasının bir sosyal sorumluluk değil iş sorumluluğu olduğunu belirtti.

Bu noktada, durmak istiyorum; sosyal sorumluluk ve iş sorumluluğu kavramına daha yakından bakmak için. Drucker, bir işletmenin en önemli sorumluluğu tüketici ihtiyacına cevap verebilmektir derken, işletmenin yüksek üretim ve satış oranları ile birlikte, dolaylı olarak istihdam seviyesinde ve sosyal refah seviyesinde yükselmeden bahsediyordu. Nooyi, ve daha bir çok iş dünyasının lideri tüketimde karar vericinin kadın olduğunu vurgularken, istihdamda kadın azınlığının hala daha tartışılıyor olması ise, sorumluluk bağlamında gerçekten üzerinde durulması gereken bir konu. 

Oturum sırasında gelen sorulardan biri ise gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler bağlamında, kadını bekleyen öncelikli zorluklar neler oldu. Bu konuda Nooyi, çok önemli bir kavramın altını çizdi: EĞİTİM. Gelişmiş ülkelerde eğitimli kadını bekleyen rol dengeleri ve kariyer zorlukları, gelişmekte olan ülkelerde ise maalesef halen daha eğitime erişim olarak karşımıza çıkıyor. 

Milletvekili Şafak Pavey' in söz aldığı bölümde, Türkiye' deki kültürel dönüşüm ön plandaydı ve Pavey sürekli olarak yasalar, hukuk vs. değişimi ötesinde kültürümüzün, bakış açımızın değişimden dem vurdu. Ülkemizde istatistiksel olarak kadının, erkeğe kıyasla çok alt sıralarda seyreden istihdam oranlarının, ailenin önemini vurgulayan bir kadın CEO' yu dinledikten sonra ne kadar ironi ve sorular yarattığını tahmin edebilirsiniz. Türkiye, insan hakları gelişmişlik endeksinde daha çok yol alması gereken bir noktada ve bunu mikro düzeyde aile içindeki sorumluluklarını ötelemeden, toplum ve ekonomik yaşamda rol almak isteyen kadının durumuna indirgediğimizde, 5 çocuk hayaliyle yanıp tutuşan erkeklere bunu anlatmak zor olacak. Bu yüzdendir ki benim yorumlarımdan biri de "biraz da erkeklerden konuşsak keşke" şeklinde bir iç ses biçimindeydi.

Oturuma, sevgili Bülent Eczacıbaşı da katılmıştı. Açıkçası söylemek gerekirse, Eczacıbaşı Topluluğu, inovasyon ve itibar anlamında benim Türkiye' de en beğendiğim organizasyonlardan biri ve paylaşılan istatistikler, kadının iş gücüne katılımı anlamında beni çok mutlu etti. Nitekim, Eczacıbaşı, sürdürülebilir kurum anlayışı kapsamında kadın istihdamında artışın temel olarak kabul edildiğini ve bu oranları yeni işe alımlarda % 40' dan 42 seviyesine çıkardıklarını belirtti. 

Forum, bugünlerde Sürdürülebilir Kalkınma konusunda dünyanın gözünü çevirdiği Rio+20 havasında geçti. Sıra Rio+20 yorumlarımda...

*PepsiCo Hakkında
PepsiCo, her biri yıllık 1 milyar doları aşan perakende satışına sahip 22 ayrı markasının yanı sıra diğer onlarca markasıyla gıda ve meşrubat alanında dünyanın en geniş portföyüne sahiptir.  Ana şirketleri olan Quaker, Tropicana, Gatorade, Frito-Lay ve Pepsi Cola ayrıca, tüketicilerin hayatlarına keyif katan, ve dünya genelinde tanınan, saygı duyulan yüzlerce sağlıklı, lezzetli yiyecek ve içecek üretiyor.Yıllık cirosu 60 milyar dolara yaklaşan PepsiCo’nun, çalışanları toplum ve gezegenimiz adına daha sağlıklı bir geleceğe yatırım yaparak sürdürülebilir büyüme hedefini gerçekleştirmek için birlikte çalışıyor.
Bu hedefe olan bağlılığın aynı zamanda PepsiCo için daha başarılı bir gelecek anlamına geldiğini düşünüyor ve bunu “Fayda Gözeten Performans” olarak adlandırıyor.
PepsiCo, “Fayda Gözeten Performans” vizyonu ile yerel tatlara hitap eden geniş yiyecek ve içecek yelpazesi sunmayı; enerji ve su kaynaklarını korumak ve ambalaj miktarlarını azaltmak da dahil olmak üzere çevre üzerindeki etkilerini asgari seviyeye indirmek için yenilikçi yöntemler bulmayı; çalışanlarına mükemmel bir çalışma ortamı sağlamayı; faaliyet gösterdiği yerlerde yerel topluluklara saygı göstererek onları desteklemeyi ve onlara yatırım yapmayı vaat ediyor. Türkiye'de atıştırmalık pazarında PepsiCo’nun yiyecek şirketi Frito Lay ile 1993 yılından bu yana, içecek pazarında ise PepsiCo İçecek ile 2009 yılından bu yana Türk tüketicisine kaliteli ve yenilikçi ürünleri ile hizmet vermeye devam ediyor.
Daha detaylı bilgi için www.pepsico.com.tr  adresini ziyaret ediniz.
PepsiCo’yu aşağıdaki bağlantıları tıklayarak takip edebilirisiniz:
·         Twitter (@PepsiCo)
·         Facebook
·         PepsiCo Bloglar
·         PepsiCo Basın Bültenleri
·         PepsiCo Multimedya
·         PepsiCo Videos

**KAGİDER Hakkında
KAGİDER - TÜRKİYE KADIN GİRİŞİMCİLER DERNEĞİ
KAGİDER, Eylül 2002'de 37 kadın girişimci tarafından ülke çapında faaliyet gösteren ve kar amacı gütmeyen bir sivil toplum örgütü olarak İstanbul'da kuruldu. KAGIDER bugün farklı sektörlerde aktif olarak çalışan ve değer üreten 260 kadın girişimci üyesi ile büyümeye ve güçlenmeye devam etmektedir. KAGİDER’in vizyonu, “kadının üreterek ve varlığını özgürce ortaya koyarak tüm karar süreçlerinde etkin rol aldığı bir dünya yaratmak”tır. Misyonu ise, kadın girişimciliğini geliştirmek; ekonomik ve sosyal yaşamda kadının konumunu güçlendirmek olarak tanımlanmaktadır.KAGİDER’in temel çalışma alanları; a) Girişimcilik ve Liderlik Çalışmaları ve b) Kadın Güçlenmesi için Savunu Çalışmalarıdır. KAGİDER İstanbul'da ve Anadolu'nun farklı illerindeki kadın girişimcilere iş kurma ve geliştirme süreçlerinde kapsamlı eğitimler sağlamanın yanı sıra, kadın girişimci adaylarına inkübasyon, danışmanlık ve mentörlük desteği sunar. Diğer taraftan genç kadınlar arasında farkındalık yaratma çalışmaları ile onları daha iyi eğitim almaları ve iş yaşamına başarılı geçişleri yönünde destekler.
KAGİDER, toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışını hayatın her alanına yaymak için verilmesi gereken ilk mücadelenin kadının ekonomik, siyasi, toplumsal güçlendirilmesi olduğunu savunmaktadır. Bu bağlamda KAGİDER, kadının yerel ve ulusal düzeyde siyasete katılımını desteklemek; iş yaşamına girişimci ve profesyonel olarak katılımını sağlamak, eğitime katılımını artırmak, toplumsal yaşamın her alanında görünür ve etkin olmasını sağlamak için aktif savunu çalışmaları yürütmektedir. KAGİDER Türkiye'nin AB üyeliğine inanmakta, üyelik sürecine destek vermekte ve bu süreçte kadınların oynayacağı aktif rolun önemini savunmaktadır.Avrupa çapında 4000 kadın örgütünün bağlı bulunduğu bir çatı organizasyon olan Avrupa Kadın Lobisi (AKL) üyesi olan KAGİDER bölgesel ve uluslararası kadın kuruluşları ile yakın ilişki içerisindedir. Uluslararası Kadın İttifakı (TIAW), Akdeniz İşkadınları Derneği (AFAEMME) ve Balkan Kadın Koalisyonu üyesidir.
facebook.com/kagider.biz



8 Mart 2012 Perşembe

8 Mart Dünya Kadınlar Günü' nde Kadın Girişimciliği üzerine...


8 Mart Dünya Kadınlar Günü tüm dünyada üzücü bir günün yıldönümü aslında...Emekçi kadınların 1957 yılında yaptıkları grev sırasında hayatlarını kaybetmesiyle gündeme taşınan konu, BM ile uluslararası bir anma günü statüsüne kavuştu.
Tarihte endüstriyel devrim ile kadınların iş gücüne katılımı başlamışken, bugün kadın girişimciliğinin gittikçe artan önemini konuşuyoruz. Çalışma şartları ve ücret koşulları ile değerlendirildiğinde, kadınlar 2012 yılında bile hala adil olmayan ve haksız koşullarda çalışırken, özellikle "sosyal girişim" statüsündeki girişimleri ile dikkat çeken bir çok kadın, sosyal problemlerin çözümüne katkıda bulunurken bir taraftan da kadın istihdamına yönelik hassasiyet göstererek kadınlara ekonomik ve dolayısıyla yaşam özgürlüğü için alan yaratıyor.
Bu konuda Türkiye' de en çok dikkat çeken isimlerden biri olan HEY Group Başkanı Aynur Bektaş, kadın sosyal girişimci olarak Scwab Vakfı' nda refere edilen ve küçük bir tekstil atölyesinde başladığı girişimcilik yolculuğuna, şu anda yüz milyonlarca dolar ile ifade edilen ciroya sahip, binlerce kişiyi istihdam eden bir şirketle devam eden ve istihdamının % 70ini kadınların oluşturduğunu gururla ifade eden bir örnek. Kendisinin de ifade ettiği üzere girişimci olmak güzel fakat sosyal girişimci olmak onur verici; sosyal girişimcilik kavramı bugün bir çok sosyal problemin çözümüne inovatif olarak katkıda bulunurken, bir çok insanın da hayatını değiştiriyor. HEY Group, yatırımcı olarak çok ilgi çekmeyen bölgelere yönelirken, bir taraftan da özellikle kadın istihdamına önem vererek bu bölgelerin sosyo-ekonomik kalkınmasına önemli katkılarda bulunuyor. İstatistiklere göre bu yatırımları takip eden yıllar içinde suç oranlarında önemli bir düşüş kaydedilmiş ve geri göç çalışmalarına önemli katkıda bulunmuş. Daha da önemlisi ve çok kritik bir nokta olarak kadın intihar oranlarında düşüş kaydedildiği belirtiliyor...
Peki kadın girişimciliği sosyal içerikli olma eğilimi mi gösteriyor? Bunun için çok daha detaylı bir araştırma yapmak gerekli olsa da, vizyoner bir liderin, sosyal, ekonomik ve politik değişim yaratma arzusu taşıyan karakteri, sosyal girişimcilik için temel transformasyonel lider özelliğini oluşturuyor. Kadın liderin ise, kadın olmaktan kaynaklı olabileceği düşünülen sahiplenme, yardımseverlik, düzeni kurma gibi özellikleri onu ideal bir sosyal girişimci olarak ortaya koyuyor. Sosyal etki yaratma amaçlı olan girişimcilik türü, belki de kadın olmanın dezavantajlarını yaşamış olmaktan dolayı, kadınlara, elinde imkanlar olduğunda bunu kadının sosyal ve ekonomik statüsünü geliştirmek için de kullandırıyor.
Türkiye' de bugün 1.2 milyon erkek girişimciye karşılık olarak 80,000 kadın girişimci bulunuyor. Kadın girişimciliğinin teşviki sürdürülebilir ekonomik gelişime katkıda bulunurken daha fazla kadın girişimci, işgücüne daha fazla kadın katılımını ve kadınlar için daha iyi bir sosyal statü, düzenli gelir, sosyal güvence ve toplumda birey olarak kabul görmeyi sağlıyor...
Davos' un bu seneki oturumlarından biri de "Women Empowerment" üzerineydi...Orada Desmond Tutu' nun da dediği gibi:
"Men have tried for centuries -- we've made a mess. Let women try."

25 Ocak 2012 Çarşamba

Davos Social Media Corner' dan notlar...


Davos 2012 neden önemli?

-Eurozone krizi tüm dünyaya yayılıyor. Şirketler kadar hükümetler üzerinde de performanslarını gözden geçirme baskısı artıyor.
-Arap Baharı ve Occupy Wall Street hareketleri ekonomik büyüme ile demokratik gelişimin arasındaki ilişkiyi sorgulatıyor. Mısır devrimi ile heyecanlananlar şu anda yaşanan insan hakları ihlalleri ile ilgili ne düşünüyor?
- Sürdürülebilirlik kavramı artık yaşamımızın her alanında...Büyüme hedefleri olduğu sürece enerji bağımlılığı bitmeyecek, enerji üretiminin kaynakları irdelenecek. Özellikle de Rio +20 yaklaşırken sosyal karbon, sosyal girişimcilik, inovasyon konuları gündemde yoğunlaşıyor.
-Dünyadaki işsizlik oranları karamsar bir tablo çizerken, dünyadaki yoğun bir nüfus hala en temel yaşam standartlarından yoksunken, kadın ve genç girişimciliğinin önemi gittikçe artıyor.
-Sosyal medyaya, alışveriş hızlandırma, satış artırma, marka bilinirliğini yükseltme penceresinden değil toplumsal fayda yaratma, sürdürülebilir tüketim alışkanlığı kazandırma, bilginin simetrik ve adil dağılımı, eğitim olanakları, fırsat eşitliği penceresinden bakmaya başladık ve UNDP gibi büyük organizasyonlar sosyal medyayı büyük değişimlerin sebebi değil aracı olan bir şekilde kullanıyor, örnekler hızla çoğalıyor.

Davos Social Media Corner' dan altını çizdiklerim:

"Ekonomik büyümeden daha hızlı bir şekilde büyüyen işsizlik oranları endişe verici...Ekonomik büyüme hem çevresel faktörler hem de istihdam faktörlerinden bağımsız değerlendirilmemeli...Varlık yaratmak için sonsuza kadar borç alamazsınız....Yapısal reformlar gerçekleştirilmeli, engeller kaldırılmalı, özellikle gençlere şans verilmeli...İnsanların kendilerini eğitme, hayatı algılama, işyerlerindeki çalışma koşullarına bakışı her şey değişiyor. Herkese yapacak bir şey düşüyor, bu değişim kolektif olmak zorunda..." Christine Lagarde - Managing Director- IMF

"7000 veri setini kamusal kullanıma bedava olarak açtık, gelişmekte olan ülkelerdeki insanlara sunuyoruz, neler yapılabilir soruyoruz, bu gelişimi demokratikleştirmenin bir parçası. Böylece gelişmekte olan bir ülkede ortaya çıkan birikimi, bilgiyi başka bir ülkede kullanabilir miyiz buna bakıyoruz, pratik bir deneyim elde etmek bu şekilde kolaylaşıyor...Uluslararası arenada en önemli trend, gelişmekte olan ülkelerin kendisinde ortaya çıkan bilgi ve deneyimin gücü...Meksika ve Brezilya ' da uygulanan ihtiyaç sahiplerine yönelik nakit yardım projesini 40 ülkeye yaydık. Bir çok gelişim modeli ortaya konuyor, böylece ne işe yarıyor ne yaramıyor bunu görebiliyoruz. Aslında başarılı olan uygulamalar o ülkenin kendisinin, uygulanacak politikalara sahiplenmesine dayanıyor." Robert B. Zoellick- President- World Bank Group

Dünya Ekonomik Forumu' nu canlı yayınlardan ve kayıtlardan mümkün olduğunca takip etmeye çalışıyorum. Yazıların devamı gelecek...