21 Kasım 2008 Cuma

Şu "Pre-cycling" dedikleri...


Gün geçmesin ki değişen yaşam tarzlarımızla ilgili yeni bir konsept ortaya atılmasın. Çevreyi koruma bilinci ile hareket eden ve Al Gore'un dediği gibi değişime hazır olanlar "geri dönüşüm" konusunda bugüne kadar çok şey yaptı. Şimdi de aramıza "Pre-cycling" katıldı.Ön dönüşüm diye tabir edebileceğimiz bu kavramın felsefesi aslında geri dönüşüme lüzum bırakmadan kullandığımız her ne ise onu atılmayacak bir formata sokmak. Bu bağlamda atılmayan alışveriş torbaları çok moda olmuştu. Hatta bu konuda WWF bez torbalar çalışması kayda değerdi. Ayrıca alternatif iletişim yöntemleri kullanmak da( kağıt işi yerine elektronik ortam) bir çözüm.

Ön-dönüşüm bilinci tüketiciye satın alma aşamasında bir öngörü sağlıyor. Aldığınız ürünün geri dönüşümündense tekrar tekrar kullanılabilmesi anlamlı. Her ürün grubuna uygulanamaz fakat yaşam tarzımızdaki küçük değişikliklerle bir "öndönüşüm" cü olmak pek de zor değil.


Öndönüşüm ve geri dönüşüm bilincine sahip olmak dolayısıyla tüketicilerin markalara bakışında da bir fark yaratmış durumda..Bu da en basitinden tekrar tekrar kullanım beraberinde daha az tüketim trendi ile gözlenebilir. Daha az tüketimin yaygınlaştığı bir pazardan pay almak ise biraz yeşile oynamaktan geçiyor. Bu kadar sömürülmüş bir kelimeyi kullanmak istemesem de sürdürülebilirlik lafı çok ağır kalıyor. Belki de buna da sadelikle yaklaşmak gerek."çevreye duyarlılık"...

Üretim süreçleriniz, ürünleriniz, ürünlerinizin avantajları, tekrardan el değiştirmesi mümkün bir ürünse getirisi, ambalajı, geri-dönüşüm alternatifleri...


Geleceği bu yönde kurgulamayan markalar kaybedecek gibi görünüyor. Nitekim hibrid arabaları ilk üretildiğinde( ki üretim sürecinden ömrünü tamamlamasına kadar çevreye duyarlılık konusunda en efektif yöntemler kullanılıyor), diğer otomotiv markaları uzak durarak kafada hesaplar yapıyordu. Şu anda ise bakın, bu trendi yakalamak için Ar-Ge departmanları nasıl çalışıyor???...Çünkü o marka, insiyatifi aldı ve değişen bir dünyada tüketicilerin değişen yaşam tarzlarına uygun o arabayı üretti.

Öndönüşümcü olmaya hazır mısınız? O zaman bunları bir inceleyin...

8 Kasım 2008 Cumartesi

Medya ve Halkla İlişkiler

Medyada görünürlük sağlamak, bir de olumlu içerikle yansıması birçok halkla ilişkiler faaliyetinin odak noktası. Her zaman dediğim üzere anlatacaklarının farkında olmak da bu çalışmaların olumlu yansıması için bir yol açıyor. Bu konuda dinlediğim bir telekonferanstaki uzman da tam bu noktaya değiniyor: Hikayen nedir? Gerçekten haber değeri taşıyor mu?

Bunlardan birincisi ürün&hizmetlerden ya da herhangi bir olaydan bahsederken hangi probleme çözüm getirdiğinizi, hedef kitlenin bundan ne yarar sağlayacağını anlatmak. Yani kamuoyu açısından, onların anlattığınız hikayeden ne çıkarabileceğini onların dilinden anlatmak. Haberleri medyanın kullanabileceği formatta sunmak. Çünkü medya sizin ne yaptığınızla haber değeri olduğu sürece ilgileniyor. Haber değeri yaratmanın yolu da haberin hedef kitlesinin isteklerini ve arayışında olduğu noktaları bilmek, içeriği bu şekilde hazırlamak, hikayeyi inandırıcı, güvenilir ve onlara önem arzeden bir dilde aktarmak. Bu sizin ne kadar büyük olduğunuzla ilgili değil, onların size ve yaptıklarınıza ne kadar çok önem verdiği ile ilgili.


Bir diğer yol ise insanlardan bahsetmek. İnsanlar her zaman diğer insanlar hakkında birşeyleri merak ediyor, ilgi çekici buluyor. Bu yüzden organizasyondaki insanlar hakkında konuşmak, onların fikirlerini, vizyonlarını, deneyimlerini, tutkularını, geçmişlerini, ne gerçekleştiğini değil, gerçekleşenin ardındaki hikayeyi anlatabilmek önem taşıyor. Vizyon ve deneyim her zaman bir hikaye yaratıyor, mesela bir terfiyi değil ama terfinin ardındaki insanın hikayesini eşelemek gerekiyor. Ayrıca insanları bir konu hakkında uzman olarak konumlandırmak, onların anlatabileceği hikayelere de olanak sağlıyor. Geçmiş-şimdiki zaman-gelecek’ arasında bağlantı kuran herşey ilgi çekici hale getirilebilir. Bahsedilen insan kim, bahsedilen kişi hakkındaki dinamik ve heyecan verici olan ne, nasıl biri, bir lider mi, risk alıcı mı, problem çözücü mü?...Biraz okuyucu ya da izleyicinin kafasına girmek ve onların açısından bakmak gerekiyor. Drama, karmaşa olguları her zaman ilgi çekiyor.

Başka bir yol ise iş yerini, organizasyonu anlatmak. Organizasyonel kültürü, org. içi dinamikleri, terfileri, org. nasıl iletişim kurulduğunu, problemlerin nasıl çözüldüğünü, takım çalışmasının nasıl olduğunu anlatmak..”Biz böyleyiz” demek değil, ”bu böyle olmamızın sebebi, bu da nasıl olduğumuz” demek...Yani deneyimi, birikimi aktarmak...
Pazardaki konumu anlatmak da ayrı bir konu. Eğer pazarda söz sahibiyseniz ve bunu korumak istiyorsanız, profesyonelliğinizi ve birikimlerinizi aktarıp gerçek “lider” olarak konumlanabilirsiniz. Problemleri, trendleri, gündemi belirleyip, aktarabilirsiniz. Pazarda rekabet felsefenizi, çalışanlarınızı nasıl motive ettiğinizi, nasıl aidiyet yarattığınızı anlatabilirsiniz.


Geçmiş...Şimdiki zaman ve gelecekle alaka kuracak şekilde kuruluşunuzu, tarihinizi, geleneklerinizi dile getirmek. Geçmişteki bir olayın ya da kişinin günümüzdeki olgularla bağlantısını kurmak, hatta geleceğe atıflarda bulunmak. Geçmişte neredeydik, ne durumdaydık, şimdi neredeyiz, yarın için ne söylüyoruz?...Hem biten hem de kalıcı olan arasında nasıl bir hikaye yaratıyoruz?...

Sonuncu olarak güç...Yaptığınız, gerçekleştirdiğiniz herşey konusunda güçlü görünmelisiniz. Kurum içinde güç olarak neyi tanımlıyorsunuz? Bu gücü nasıl yansıtıyorsunuz ve bu onlar için neden önem arzetmeli? Çünkü güç , etkiyi getiriyor...

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Başlangıç ve Bitiş: Algı Araştırmaları ve Analiz

İletişim planları; hedef kitleler, mesajlar, hedefler, hedef mecralar, uygulama, zamanlama...Bu kavramlar güzel fakat uçuşun kalkış ve inişi yok. O da araştırma kısmı. Nerede olduğumuzu ve nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Sadece uçuyoruz. İndiğimiz nokta, ulaşmak istediğimiz yer ya da değil, bilmiyoruz. Sadece uçtuk. Belki de kulağımızı tersten gösterdik?
Araştırmanın yadsınan önemi PR çalışmalarının aslında nihai amacını zedeliyor. Amacımız bir farklılık yaratmak değil mi?...Tüm bu hedefleri ardarda planlarda sıralarken, gerçekten başarıp başarmadığımızı nasıl biliyoruz? Reklam eşdeğerleri midir bütün olay?
Sayısal veriler sadece medya listelerinizi ne kadar etkin kullanabildiğinize bir ışık tutar. "Ulaştığım 100 mecranın 95inde çıktım, bilmem kaç yüzbindolar değerinde başarı elde ettim." Aslında işimiz birşeylerin yerinden oynayıp oynamadığını, belli bir davranışa veya algıya sebep olup olmadığını belirlemek, gelecek stratejilerimizde gözönüne almak ve yeni bir açılım, yeni bir yaklaşım benimsemek. Ama tüm çalışmalarımızın bağlantı noktaları kopuk, bakış açısından yoksun ve sadece haber çıkarma odaklı.

Bu noktada öncelikle başlangıçta nereden yola çıktığımızı belirlemek gerek. Bir lansman, yeni bir gelişme ya da kurumumuzla ilgili herhangi birşey. İlk etapta sorulması gereken kurumumuzun hedef kitlesi kim ve gerçekten bu yaptığımızla ilgileniyor mu? Amacımız diyelim ki kurumumuzu topluma duyarlı olarak konumlandırmak. Belki de hedef kitlenizin önceliği kültür/sanat ama siz çevre kulvarında koşuyorsunuz. Önceliklere göre şekillenen algılar dünyasına hoşgeldiniz. 1-0 yeniksiniz. Peki mecra tüketimleri nasıl? Onlara ulaşabileceğimiz başka alternatif noktalar var mı? Mesajlarımız hedeflerimize bir atıfta bulunabiliyor mu?...Şimdi uçuşa geçebiliriz.
Planladık, zamanlama yaptık, uyguladık. Herşey mükemmel, yansımalar inanılmaz. Çarşaf, çarşaf. Herkes bizi konuşuyor. Peki konuşmanın içeriği nedir?. Tüm bu çalışmaların bizi taşımış olduğu nokta neresi? Gerçekten istenilen etkiyi yarattık mı?.
Tüm bu sorulara cevap verebilmek için harekete geçmeden önce geçerliliği kanıtlanmış algı araştırmaları yapmak ve bunları hedeflerimize hizmet eden bir çerçevede analiz etmek gerek. Ben başarının araştırma ve analiz odaklı iletişim çalışmalarından geçtiğine inanıyorum. Tabiki başarıyı az bütçe+ allayıp pullama+ iddialı reklam eşdeğerleri bermuda şeytan üçgeninden bir adım ötede tanımlıyorsak.

21 Mayıs 2008 Çarşamba

Gerçek KSS: Bilinç Yaratmak!


Şu bir gerçek ki ülkemiz, kurumsal sosyal sorumluluk adı altında çalışmalar yapmaya hevesli şirketler için hazine gibi...Vatandaşlarının birçok sorununu çözmek konusunda yetersiz kalan devlet boşluklarını doldurmak, insanoğlu olarak zamanında plansızca sanayileşme sonucu ortaya çıkan çevresel zararları telafi etmek, kaynağı belirsiz felaket senaryolarına karşı önlemler almak, çocuğunu etik davranan, her konuda bilinçli olan birey olarak yetiştirmekten aciz çünkü kendisi de o şekilde yetişmemiş anne babaların yerine ebeveynlik yapmak ve nice sorunlar...


Pazarlamada bize ilk öğretilenlerden biri farklılaşmadır. Bu rekabette pek farklılaşacak birşey kalmadığı için şirketler de kendilerini bir adım öne geçirecek yeni yollar aramaya başladı..Acaba KSS çalışmalarının bu kadar prim yapmasının nedeni bu arayış mıydı yoksa kurumlar "insanın, toplumun, dünyanın" değerini gerçekten anladılar mı?Mevcut KSS projelerinde bu kriteri göz önünde bulundurduğumda hangilerinin samimiyetle hangilerinin ise herkes yapıyor biz de yapalım felsefesi ile yola çıktığı belli oluyor...


Tabiki de KSS bir farklılaşma aracı...Tabiki de PR için malzeme olarak kullanılıyor, evet haber değeri de çok taşıyor. Çünkü dünyamızın her konuda yaşanabilir kılınması biz insanlara bağlı ve yaşanabilirliğinin önünde maalesef birçoğu da yine biz insanlar tarafından koyulan engeller var...Çift taraflı kazanımlar için hem sürdürülebilir fayda sağlayan hem de kamuoyu gözünde fark yaratacak oluşumlara ihtiyaç var... Fakat başlangıç noktası bunlardan hiçbiri değil...Başlangıç noktası gerçekten insanlık adına nereye gittiğimizi sorgulamak, sorgulatmayı başarmak...Çocuğunu acımasızca döven birinden(bunun eğitim ve sosyal statüyle alakası olmadığını gözlemleyebiliyoruz), kimsesiz çocuklar için düzenlenen kampanyaya sempati duymasını nasıl beklersiniz?Ya da şehir içi 4X4 arazi aracı kullanan birinden karbon emisyonunu azaltan bir fabrikayı sallamasını????...Bilinçlendirme kampanyaları ile yola çıkmak gerçekleştirilecek projelerin "gerçek fayda" niteliğine kavuşmasına sebep oluyor diye düşünüyorum.


KSS için bir başka konu da ayrılan bütçeler... insankaynaklari.com'da röportajını okuduğum Dünya Kurumsal Yönetim Konseyi’nin (World Council for Corporate Governance) Başkanı Dr. Madhav Mehra tam da bu konuya değiniyor:


"Philip Morris 1,5 milyon pound’luk bir bütçeyle eğitim alanında bir sosyal sorumluluk projesi yürüttü. Sonra bu projenin reklamı için 13 milyon pound para harcadı. İnsanlar iki bütçeyi karşılaştırarak bu sosyal sorumluluk projesinin gerçek olmadığını anladıklarında markanın ürünlerini almamaya başladı. Şirketin hissesi yüzde 15 değer kaybetti. Bu da şirkete verilen en büyük ders oldu"




KSS bütçelerini açıklamak bir şeffaflık konusu...Kamuoyu kurumlardan faaliyetleri konusunda açıklık bekliyor!...Bekliyor mu?Fütüristler umut ve dürüstlüğün insanlarda yok olan kavramlardan biri olduğunu iddia ederken, kurum ve bulunduğu toplum arasında şeffaflık beklentisi olduğunu iddia ediyoruz...


Bu tezatların hepsi akla şu soruyu getiriyor: Toplum kendi içinde yozlaşıp, her geçen gün etik, dürüstlük, hümanistlikten uzaklaşırken, kurumlardan gerçekten beklenen ne?...Belki de kurumlar artık toplumdan birşeyler beklemeli...Artık jenerik kurumsal iletişim kalıbından çıkmanın vakti gelmedi mi? KSS'de bahsettiğimiz samimiyeti yaratan çalışmalar bekleneni yapmak değil, fütürist olup beklenmesi gerekenin bilincini kamuoyunda yaratmak...


Böylelikle dünyamız gerçekten yaşanabilir kılınır...Bilinçli insanların ve gerçek anlamda kurumsal vatandaşlık sorumluluğu duyan kurumların oluşturduğu bir yarın için şimdi ne yapıyoruz?...Aslolan bu...

5 Nisan 2008 Cumartesi

İç Pazarlama ile İnsan Gücü

Pamela Davis ve Marc Eisele tarafından iç pazarlama ile ilgili bir araştırma makalesinin tam Türkçe çevirisini yapmıştım. Kurum çalışanlarının, başarının anahtarı olarak görülmesi her geçen gün daha fazla benimsenirken, çalışanların pazarlama programlarının içeriğine dahil olması da kaçınılmaz bir durum. Bana ilginç gelen bu makaleyi ve önemli noktaları yayınlıyorum.
İç pazarlama, organizasyonun, iş hedeflerini gerçekleştirmeye yardımcı olan pozitif müşteri deneyimini tutarlı bir şekilde sunabilmek için, tüm seviye ve görevlerdeki çalışanlarını ve diğer hissedarlarını birleştirdiği, motive ettiği ve yetkilendirdiği süregelen bir yöntemdir.İç pazarlamanın bu tanımı, disiplinin, iş yeri yayınları, çalışan toplantıları, haber bültenleri ya da çalışan memnuniyetini geliştirmeye yönelik girişimler gibi iletişim taktiklerinin toplamından çok daha fazlası olduğunu öne sürer. Bunun yerine, iç pazarlamanın; şirketin organizasyon çapında, iç hedeflerini dış hedeflerle örtüştürerek ve ileterek başarıya ulaşması için stratejik bir araç olarak konumlandırılabileceğinin ve bunun gerektiğinin farkındadır.
İç pazarlama, çok yönlü seviyelerde değişiklik gösteren birçok farklı organizasyon tarafından uygulanan yeni bir disiplindir. İster iç pazarlama, ister çalışan bağlılığı ya da iç iletişim, her ne denilirse denilsin, kavram çok sık varlık gösterir fakat her zaman anlaşılmaz ya da bütün bir pazarlama aracı ya da stratejik bir varlık olarak kullanılmaz. 2005 sonbaharında, iki düzineden fazla şirket, bütünüyle 6 en iyi iç pazarlama uygulamayı tümüyle kapsayan araştırmaya katılmıştır. Makale, bu en iyi uygulamaları incelemekte ve uyguluma örnekleri vermektedir.
Eğer bütünleşik pazarlama, tanımına göre müşteri odaklıysa ve stratejisini müşteriden kuruyorsa, strateji ve iş hedefleri tamamen iletilmediğinde, anlaşılmadığında ve içeriden insanlarla birleştirilmediğinde ne olur? Dünyadaki en iyi dış stratejinin bile, gündelik bir şekilde o stratejiyi yaşayan, soluyan ve müşteriye sunan insanlarla bağlantı kurmadan anlamı yoktur. İç pazarlama, yatay stratejiler ve iletişim taktikleri ile bu boşluğu doldurur.

2005 sonbaharında yapılan en iyi uygulamalar araştırması, iç pazarlamaya önayak olan firmaların iş başarısını gerçekleştirmede çalışanların rolünü gözönüne alarak ortak inançlar paylaştığını göstermiştir.

İnsanlar önemlidir. Birçok iç pazarlama girişiminin itici gücü insanların heyecan duyduğu ve günlük işlerinde ödüllendirildiği bir iş ortamı yaratmaktır.

İç pazarlama performansı yönetir. Çalışan memnuniyeti, her biri markanın bir uzantısı olarak düşünüldüğünde, müşteri memnuniyetini geliştirmek için anahtar bir ögedir.

Herhangi biri bir fark yaratabilir. Başarılı sonuçlar, sadece üst düzey yönetime değil, her seviye ve fonksiyondaki tüm çalışanlara maledilir.

Çalışan sadakati önemlidir. Eğer şirket, yüzleştiği zorlu durumlar ve stratejik yönü konusunda saydam olursa, çalışanlar zor zamanlarda bile şirketlerine bağlı kalırlar.

Kültür rekabet avantajı olabilir. İç pazarlama, özellikle kültürün, markanın farklılaştırılması için kaynak olduğu durumlarda, şirket kültürünü korumaya ve geliştirmeye yardımcı olur.

Katılım gösteren şirketlerin, genel bağlam, iç pazarlama uygulaması ve iş yeri deneyimi olarak üç seviyede kategorize edildiği, 6 en iyi iç pazarlama uygulamasını paylaştıkları sonucuna ulaşılmıştır.

Ayrıntılı Sonuçlar

Burada ana hatları ile anlatılan en iyi uygulamalar çalışmaya katılım gösteren 17 şirketin cevaplarının birleştirilmesiyle sunulmuştur. Her kavram ayrıca uygulama örneği içermektedir.
En iyi uygulama #1: Üst düzey yönetim katılımı

En iyi uygulama şirketleri, gerçekten iç pazarlamaya inanan CEOlara, yönetim kurullarına ve üst düzey yöneticilere sahiptir. Görüşülenlerden birinin dediği gibi, “Baskın değişim, yukarıdan aşağıya doğru gider, emir verildiği için değil fakat güven ve desteği ilettiği için. Ve bu çalışanların değişime güvenmesini ve inanmasını sağlar.”
En iyi uygulama #2: Bütünleşik Organizasyonel Yapı

İç pazarlamaya önayak olan şirketler, açık iletişimi ve tüm görev ve seviyelerdeki çalışanların katılımını sağlayan iş yapıları kurar.

Çalışan yükümlülüğünü teşvik etmek için, en iyi uygulama şirketleri hiyerarşik yönetim süreçlerini en aza indirger ve çalışanlarını birçok kilit iş kararında yetkilendirir. İç pazarlama girişimleri bu şirketlerde, silolar arası boşlukları dolduran ve sorumluluk ve iletişimin pürüzsüz akışını sağlayan çapraz görev takımlarına bağlı olarak başarılıdır. Liderliğin, hangi taktiklerin başarısının kanıtlandığını bilmesi için iki yönlü iletişim kilittir.
En iyi uygulama #3: Stratejik Pazarlama yaklaşımı

İçsel pazarlamaya sıra geldiğinde, en iyi uygulama şirketleri dış pazarlama metodolojisinden ödünç almaktadır. İç hedefe, şirketin müşteri tabanını elde etme, elde tutma ve geliştirme şekline paralellik gösteren bir tarzda yaklaşılır. Dört ana hareket gözlenmiştir.

“İç” müşterilere hitap etmek için resmi pazarlama süreçlerini uygulamak. En iyi uygulama şirketleri; bütünleşik pazarlama programıyla mevcut olan hedefler, stratejiler, taktikler ve ölçümlerin taslağını çıkaran bir iletişim talimatının gelişimiyle başlar.

Mesela birçok görüşülen şirketin, organizasyon içi müşteri görevine danışmanlık veren merkezi bir stratejik planlama kaynağı vardır. Bu kaynak, bazen iç ajans diye tabir de edilir, tüketici pazarlama programlarında bulunan STP( strateji, hedefleme ve konumlandırma) yaklaşımları gibi teknikleri ve resmi pazarlama araçlarını uygulayarak, iç pazarlamayı yürütür.
En iyi uygulama # 4: İnsan Kaynakları ortaklığı

En iyi uygulama şirketlerinin, iç pazarlama girişimlerinde stratejik bir rol üstlenen insan kaynakları (İK) departmanları vardır. İK iç pazarlamacılar ile, en iyi kişileri tutarlı bir şekilde seçmek, eğitmek, bilgilendirmek ve elde tutmak için çalışmaları koordine eder.
En iyi uygulama # 5: Çalışan bağlılığına odaklılık

Çalışan bağlılığı, çalışanların şirket sonuçlarına etkilerinin olduğunu bildiği ve buna da kanıtlarının olduğu, işbirliği olan çalışma ortamının bir sonucudur. Bağlılık, açık iletişim, proaktif çalışmaya pozitif takviye ve kişilerarası destek ile gelişir.


En iyi uygulama # 6: İç marka iletişimi

Bir organizasyon marka sözünü müşteriye vermeden önce, onu müşteriye iletecek olan çalışanlarına iletmeli ve motive etmelidir. Böylece marka sözünü veren pazarlamacılar ile bu sözü tutan çalışanlar arası boşluklar doldurulur. Özellikle şirket dönüşümleri, satın alma vee birleşmeler gibi durumlarda bu sözü iletmek önemlidir.
İleriye doğru hareket: iç pazarlamada gelecek adımlar.

Çalışma sonuçları ve iç pazarlamanın şu anki durumunun kendi analizlerine dayanarak, bu çalışmanın yazarları, aşağıdaki konuların iç pazarlama alanının gelişminde önemli olacaklarına inanmaktadırlar.

Yetenek avcılığı ve çalışanı elde tutma daha önemli hale geliyor.

Şirketlerin, istenen yeni yetenekleri çekmek için yeni stratejik yaklaşımlar benimsemesi gerekiyor. Şirketler çalışanları elde etmekle müşteri elde etmeye aynı şekilde bakmalılar. Bunu doğru bir şekilde uygulamak için, kurumların en başta talep edilen çalışan piyasasını anlamaları, aynı çalışan havuzunu hedefleyen rakiplerini belirlemeleri ve uygun segmentasyon, hedefleme ve konumlandırma yapmaları gerekiyor. Bir organizasyon belirtmiş ki, “ Eğer pazarlamacılar bunu müşterileri için yapıyorsa, biz neden çalışanlarımız için yapmayalım?”. Bu fikir; çalışanları, geri planlarına ve hayat konumlarına göre segmente ayırma ve böylece her bir segmentle farklı şekilde iletişim kurabilme yetisine sahip olmalıdır.

Ek olarak, çalışanlar yüksek seviyede esneklik, anlamlı kariyer gelişimi için daha çok fırsat ve basit maaştan öte özelleştirilmiş ödül paketlerini aramaktadırlar. Yetenek savaşı daha da arttıkça, bu istekler yakında talepler olmaya başlayacaktır.

Bir kurum demiştir ki, “Gelecek üç ile beş yıl içinde, beyaz yaka iş gücümüzün %65ten fazlasını erken emeklilik nedeni ile kaybedeceğiz. Yeni yetmelerin gelişi beni geceleri uyutmuyor. İç pazarlama sahip olduğumuz yetenekleri koruma ve potansiyel çalışanlara çekici bir kültür yaratmada önemli rol oynayacak. Gelecek 5 ila 8 yıl içinde, dönemsel iş gücünün manzarası şiddetle değişecek, tüm zamanların en büyük yetenek yarışı olacak. Gelecekteki iş gücümüzü inşa etmek için iç pazarlama uygulamalarını rekabet avantajı olarak kullanıyoruz.”

İç pazarlamacılar çalışanlara daha iyi ulaşmak için yeni teknolojiler keşfetmeli.

Bugünkü birçok organizasyon; tüm yaşlardan, iş kollarından, teknoloji kabiliyetinden ve coğrafi bölgeden çalışanları içeren bir iç hedef kitlesinden oluşuyor. Bu kurumsal yöneticilerin; günlük iş akışını bozmadan daha etkin ve verimli iletişim kurmak için, bloglar, vikiler, podcast, RSS beslemeler, ve diğer elektronik sosyal ağlar gibi yeni teknolojilerin hangilerinin kullanılabileceğini sorgulaması gerekiyor.

Bu teknolojileri kullanmanın avantajlarından bazıları, mesaj iletiminin hızı, mesajın kapsama alanı, maliyet etkinliği ve yeni bütün bir seviyede çalışanları etkileme ve bağlama kabiliyetidir. Mesela, yeni bir liderlik mesajını iletmek için blog kullanımı iletişimcilerin büyük kitlelere hızlı ulaşımını sağlar. Ayrıca çalışanların resmi kanallar veya kara delikler ile uğraşmadan hızlı geribildirim sağlamasına olanak tanır. Bir şirket, çalışanların üst düzey yöneticiler ile günlük bazda mesajlaşabildiği iç bloga evsahipliği yapıyor.Şirket çalışanlarının ne düşündüğünü duymak istiyor ve çalışanlar kendilerini ifade etmekte özgür oluyor.

Podcast çalışan iletişimi alanında kendine yer edinen başka bir teknoloji. Bu aslında, iPod gibi taşınabilir medya oynatıcılara ya da bilgisayara indirilebilen bir formatta internet yolu ile sunulan bir radyo şovudur. Aynı şekilde, çalışanın, bir iş seyahati ya da bir tatil sırasında, kendi rahatlığında, gerçekten liderlik mesajını dinlemesi için maliyet etkinliği olan bir metoddur. Podcast, standart ofis memolarından daha kişisel gelir ve ileriki erişime olanak verir.

Ek olarak, sosyal ağlar çalışanların küresel bir ekonomide birbirleri hakkında bilgi edinmesini sağlar. Tüm seviyede çalışanlar, herhangi bir resmi engel olmadan birbirleri ile iletişim kurdukça, organizasonlar hiyerarşilerden ziyade ağ gibi işler. Karşılığında çalışanlar, herhangi bir zamanda dünya çapında, uzmanların belirlendiği ve iletişim kurulduğu birikim ağları oluşturmak için motive olur.

İç pazarlama taktikleri için ölçümler geliştirmek gelecek yatırımları haklı gösterecek.

Şirketler sonuç karlılığında iç pazarlamanın etkisini hissetmeye başladıkça, ölçümleme artan bir mesele haline geliyor. Birçok şirket iletişim programlarının sadece finansal olmayan ölçümlerini, devam edecek olan fakat iç pazarlama konseptinin gelişmesi için finansal geri dönüşümlerin direk ölçümlemesiyle tamamlanması gereken bir trend olarak gerçekleştiriyor.

Dış pazarlama girişimleri gibi, somut ölçümlemeler iç pazarlama taktiklerine kredibilite kazandıracak. İletişimcilerin, bir programın ya da kampanyanın kurum hedeflerini gerçekleştirmede nasıl katkıda bulunduğunu açık bir şekilde gösteren performans ölçümleri ve değerlendirme tekniklerini giderek iyi bir şekilde ortaya çıkarması gerekiyor. Dayanıklı ölçümler iletişim denetçilerini, çalışan davranışının objektif değerlendirmesini ve iletişimin şirket performansı üzerindeki etkisini içerir.

Başka önemli bir unsur da ön ve sonraki ölçümlemedir. Ön ölçümleme, çalışanlar üzerindeki değişimi ölçen yaklaşım ve davranışlara bir temel oluşturur. Sonraki ölçümleme, değişimin etkin olup olmadığını ve iş performansını etkileyip etkilemediğini daha iyi anlaması için yönetime rehberlik ederken, aynı zaman da devam eden ölçümleme de yaklaşım ve davranışlarda bir değişimin olduğunu garanti eder.

Şirketlerin daha gelişmiş iletişim fonksiyonlarına ihtiyacı var.

İş problemlerini belirleyen, analiz eden ve çözen yüksek seviyede deneyimli iletişimcilere talep hiç bu kadar fazla olmamıştı. İşveren ve çalışan arası ilişkilerin değişen dinamiği, yoğun hissedar baskısı ve medyanın kontrol edilemeyen şirket bilgisine erişebilirliğini içeren şu anki iş ortamı araştırması, şirketlere sonuç kurum hedeflerini gerçekleştirmede yardımcı olmak için daha gelişmiş iletişim fonksiyonlarına ihtiyaç olduğunu onaylamaktadır.

İç pazarlamadaki liderler sürekli yenilendikçe ve geliştikçe, daha çok takipçi öncülerinin uygulamalarını örnek almaya başlayacaktır. Ayrıca uygulamayı geliştirmek için ortak bir dil ihtiyacı önemli hale gelecektir. Çalışmadaki kurumların birçoğu iç pazarlama teorisi çevresindeki ortak parçaları ve uygulamaları tanımışken, birçoğu “iç pazarlama” adı altında iletişim kurmamaktadır. Bu, uygulamayı geliştirmek için ortak bir anadilin önemli olduğunu öne sürmektedir.

Bununla birlikte, bu çalışmanın yazarları, üstün iş gücünü kendine çekme ve elinde tutma, çalışan iletişiminde teknolojik devrimi yakalama, nihai sonuçlarla iletişimi birleştirme ve üst yönetime organizasyon çapında iç pazarlama uygulamalarının önemini kavratma konusunda en iyi uygulamaları geliştiren kurum sayısında artış olmasını beklemektedirler....

9 Mart 2008 Pazar

Sosyal Medya'nın ürünü: Yeni Nesil Basın Bültenleri ve Dağıtımı

Pazarlama, Halkla İlişkiler, İletişim profesyonelleri, İnteraktif Stratejistler tarafından küresel düzeyde bahsi geçen ve görünüşe göre de önümüzdeki yıllarda bitmeyecek ama yenilecek bir gündem var; Web 2.0 uygulamalarının, kurumsal iletişim mekanizmasının doğasını değiştirdiği…

Eski ve hala daha da süregelen hali ile kurumların halka sunulan yüzünü yansıtmak için medya ilişkileri en önemli şarttı, yani haber değeri taşıyacak ve dolayısıyla da kendisi hakkında haber yapılmasını sağlayacak işler yapmak…Bu gerçek değişmedi ve değişmeyecek, hedef kitlemizin ne istediği, ne aradığı, kendisi için neyin önem taşıdığını analiz etmek en birincil görev…Bu istek ve arayışlarla örtüşen başarılı işler yapmak bir başkası…Web 2.0 sayesinde, eski medya ilişkilerinin yerini direk iletişim ağları aldı diyemeyiz…Kitlesel medyanın etkileri, içindeki mecralara duyulan ilgi varlığını sürdürdükçe devam edecektir. Fakat bu yeni düzenin iletişim dünyasına yepyeni fırsatlar beraberinde tehditler, yeni bir soluk kazandıracağı ve ciddi anlamda halkla belki de ilk defa bu kadar şeffaflığa ve çift taraflı kazanıma dayanan ilişkiler yaratacağı aşikar…

Online medya stratejisti David M. Scott, halkla ilişkilerin yeni kuralları adlı kitabının bir bölümünde medya ilişkilerinin en önemli unsuru basın bültenlerinin yeni düzende ne şekilde yer alması gerektiği konusunda stratejik yaklaşımlardan bahsediyor. Hedef kitlenin arayışına cevap vermek için sunulacak olan içeriğin yaratım aşamasında, kurumların birer yayıncı kimliği ile varlık göstereceklerine değinen Scott, sadece büyük haber niteliğinde değil, bir konferansa konuşmacı olarak katılan kurum CEOsundan, kurumun düşünce liderliği çerçevesindeki yeni yaklaşımlarına kadar hedefimizi ilgilendiren herşeyin yayınlanabilir niteliğe kavuşacağını vurguluyor.

Oluşturulmuş olan içeriğin dağıtımı da en az yaratımı kadar önemli. Scott, basın bülteni dağıtımı konusunda uzmanlaşmış servislerin, online haber servislerine ve RSS beslemelerine bağı bulunmasını en önemli hizmet vaadlerinden biri olarak belirlemiş. Kurumsal web sitelerinde ise kelime tarama durumuna olanak vermeyen imaj bültenlerinin değil, anahtar kelime ile web sitesi trafiğini arttıracak uygulamaların kullanılması gerektiğini düşünüyor. Ve her daim basın bültenlerinin ilgili kurumsal web site sayfasına(haber ya da ürün sayfası) linkler vermesi tüm bu çalışmaların itibar ya da satışı arttıracak düzeye çekilmesine olanak sağlıyor.

Türkiye’de bu konuda karşımıza çıkan web siteleri, sirkethaberleri.com; kurumsalhaberler.com ve basinbulteni.com… Sadece haber iletim servisi vaadi ile değil kendi web site kullanımı konusunda da kolaylık yaratan servis sağlayıcılarının bu yarışta öne geçeceği kesin. Fakat Scott’un belirttiği gibi bu servisleri kullanan kurumlar tarafından bakıldığında da aynı basın bülteninin kurumsal web sitelerinde yer alacağı bölümün iyi seçilmesi(basın odaları), kolayca ulaşılabilir olması ve güncel tutulması ve hatta kendi rss beslemelerinin verilmesi, tüm bu girişimleri etkin kılmak için şart…Türkiye’deki duruma baktığımızda ise birçok uluslar arası kurumsal firmanın bile web sitelerini güncellemekten aciz olduğunu düşünürsek daha yapılacak çok iş var diyebiliriz…
Tabi bülten web ortamında yayınlanınca web ortamının avantajlarını da kullanabilecek olmak, kurumla ilgili haberlerin iletiminde yeni şekiller yaratıyor…Multimedya dosyaları, rss beslemeleri hatta ve hatta delicious gibi haber değerlendirme ve puanlama sitelerine direk bağlantı bunlardan birkaçı…Sadece direk tüketicilere değil, gazeteciler ve blog yazarlarına da geniş bir kullanım ağı kazandırma amacı ile, Shift Communications tarafından geliştirilen yandaki yeni medya basın bülteni taslağına baktığımızda web 2.0 ortamının basın bülteninin doğasını nasıl değiştirdiğine şahit olabiliriz.
Web 2.0, kurumsal iletişim çalışmalarına daha neler katacak hep birlikte göreceğiz fakat aslolan her türlü iletişimde olduğu gibi bunu da iyi yönetmek yani uygulamaya koyulacak her bir projenin kısıtlamalarını belirleyip bunlardan yeni fırsatlar yaratmak..Yeni nesil basın bültenleri ise geleneksel basın bültenlerinin "immediate" yani hemen dağıtımı gerektiren özelliğini hayata geçirerek, zaman ve ulaşılabilirlik kısıtlamalarını ortadan kaldırıyor...

26 Şubat 2008 Salı

Destek: Expo İzmir 2015


Expo 2015 hakkında birşeyler söylemeden önce halkla ilişkiler alanındaki yüksek lisansımın son döneminde kapsamı Sosyal Medya olan bir ders aldığım için acaip memnun olduğumu belirteceğim. Bir blogumuz var ve bu blogta ele aldığımız projelerde Sosyal Medya'yı kullanarak neler yapabileceğimizi araştırıyor, yayınlıyor ve tartışıyoruz. Aşağıda yayınlayacağım yazı ise Expo 2015'in İzmir'de gerçekleştirilmesi için sosyal medya bazında neler yapılabileceği ile ilgili...Sizlerden de aktif destek ve yorum beklediğim için burada da yayınlamaya karar verdim...Ne de olsa paylaşımcı bir ortamdayız...:)


Expo fuarı, hiçbir ticari amaç taşımayan, ürünler değil fikirler ve insanlığın geleceğine dair projelerin sergilendiği kültür, tarih ve eğitim olimpiyatları olarak da anılan büyük çapta ve uluslararası bir organizasyondur. Gerçekleştireleceği şehir seçimi, belli kriterler gözönünde bulundurularak, organizasyon sahibi Uluslararası Sergiler Bürosu(BIE) tarafından yapılır. Aday şehirler, kendi kültürel geçmiş ve kimliklerine uygun bir tema çerçevesinde, bölge halkının ve STKların da desteğini alarak evrensel düzeyde sosyo kültürel gelişime olanak tanıyan bir etkinlik çerçevesinde bu yarışa dahil olurlar. Bugüne kadar gerçekleştirildiği şehirlerin kültürel ve ekonomik yapılarında büyük gelişimlere aracı olan Expo fuarının nerede yapılacağının belirlenmesindeki en büyük etken, hem fuarın yerel ve ülkesel olarak katkılarının bilincine vardığı, hem de evrensel düzeydeki bu projelere evsahipliği yapmak istediği için bölge ve ülke halkının gönüllüğüdür. Egenin incisi İzmir, Expo 2015 için resmi aday olarak şu anda İtalya’nın Milano şehri ile mücadele etmektedir. ( http://expo2015izmir.org.tr/nedir.html)

Amacımız, sosyal medya nimetlerinden yararlanarak bu bilinci arttırmak, dikkat çekici bir gönüllü topluluğu oluşturmak ve değerlendirmede göz önüne alınacak platformlarda, varlıkları ya da oyları ile İzmir Expo 2015’e destek olacak olan bu topluluğu yönlendirmektir. İlgi çekici düzeye geldikten sonra geleneksel medya mecralarında yer alması sağlanarak BIE tarafından da dikkate alınmaya değer bir konuma getirilebilir. Tabi burada BIE hangi platformlardaki oluşumları ya da oyları ciddiye alıyor, buna göre hareket etmek gerekir. Aynı zamanda bugüne kadar yapılmış olan çalışmalara sinerjik bir şekilde katkıda da bulunabilir, fikir alışverişi yapılabilir.

Bugüne kadar web ortamında İzmir’in Expo 2015 adaylığı için neler yapılmış diye şöyle bir göz gezdirdim. Türkiye’de patlama yaşayan Facebook sosyal ağ sitesinde Expo 2015 adına global düzeyde açılmış olan 30 civarında grup mevcut. Bu gruplardan en büyüğü yaklaşık 9500 üyesi olan “EXPO 2015 İZMİR’de OLMALI” grubu. 500.000 üyeye sahip olmayı hedefleyen grubun mevcudu, BIE tarafından ne kadar ciddiye alınır bilinmez ama grup üyelerinin gönüllü oylarını toplayan web sitelerine yönlendirilmesi asıl amaç olmalıdır. Bu konuda grubun ana sayfasının çok da etkin kullanılmadığını belirtmek isterim. Gönüllü kişilerin form dolduracağı mevcut olan her web sitesi adresi, grup sayfasını ziyaret eden kişiler tarafından hemen görülecek şekilde grup tanıtımı bölümüne yerleştirilmelidir. Ayrıca İngilizce dili ile de tanıtım yapılması grup sayfasının daha geniş bir kitleye seslenebilmesine olanak tanır, destek ulusal değil uluslar arası bir şekil alır. Tarih itibarıyla yeni bir oluşum için fazla vaktimiz olmadığını düşünerek bu facebook grubu ile bağlantıya geçmemiz, grup tanıtımı ve etkin destek oluşumu için fikir alışverişinde bulunmamız gerektiğine inanıyorum.

Grup tanıtımı ile ilgili neler yapılabilir? Kendi sosyal ağımıza gruba üye olunması ve onların da başkalarına bu daveti göndermeleri için etkileyici bir mesaj göndermekle başlayabiliriz. Üye sayısı ile dikkat çeken ve konu ile ilgilenebileceğini düşündüğümüz grupların adminleri ile grup tanıtımını yapmaları için bağlantıya geçebiliriz.(üniversiteler, ülkelerini sevenler, şehirler, Türk gençliği vesaire vesaire…) Ayrıca facebookta “promote your group with an ad” uygulaması ile grup tanıtımı yapılabilir. Gruptaki kişi sayısındaki artış ölçülebilir fakat form doldurulan sitelerdeki oluşumda facebook grubu kaynaklı oyların oranı hakkında bir şey söylemek, sistemde nereden yönlendirildiğimizi ölçümleyen bir çoktan seçmeli uygulama olmadığı için imkansız. Bu ancak gruba üye olan kişilerin adaylığa ciddi anlamda ne kadar sahip çıktıkları ile ilgili bir durumdur…


Gönüllü topluluklarına yönlendirme yapabileceğimiz diğer bir platform da Bloglar dünyası…Özel olarak Expo 2015 İzmir için açacağımız, eşgüdümlü olarak İngilizce ve Türkçe içerikli yayın yapacak blogumuzda, sosyal ağ sitelerindeki gibi Expo, expo 2015 ve İzmir’in adaylığı konusunda önemli bilgileri paylaşabilir, gönüllü formlarının doldurulduğu web sitesi ve diğer site linklerini verebiliriz. Uygun içerik hazırlandıktan sonra blogumuz Technorati ve Blograzzi gibi blog listeleme ve arama sitelerine kaydedilmelidir. Kendi kategorilerinde iyi takip edilen blogların sahipleri ile iletişime geçerek, etkinliğin önemi ve desteğin gereksinimi hakkında bilgi verebilir, blogları üzerinden Expo 2015 İzmir blogumuza bağlantı vermelerini talep edebiliriz. Hatta blog sayfalarında html kodlu olarak kaydedilebilecek olan görsel Expo 2015 İzmir logosuna rastlamıştım, bu logoya ulaşarak, blogların statik bölümünde yer almasını sağlayabiliriz…Şu anda hangi sayfada gördüğümü hatırlamıyorum. Bilen varsa yardımcı olsun..:)Ben de bu arada araştıracağım…Ayrıca günce işlevi gören blogumuzda, İzmir’in adaylığı ve gönüllü kişilerdeki artış konusundaki güncel gelişmeleri takip ederek bunları yayınlamak, blogun takip edilme oranını arttırır.

Gönüllü topluluklarını hareket geçirecek bir diğer araç ise Youtube. Şu anda İzmir Expo 2015 videosu tıklanma oranı 16000 civarında. Videoların tıklanma oranı ile destek olmak arasında doğru orantı yok fakat videonun tanıtımını yaparak, İzmir’in Expo 2015 adaylığının anlaşılması konusunda gönüllü olma potansiyeline sahip kişilere yol gösterici olacağı bir gerçek. Yani Youtube videosunu hem yönlendirme aracı olarak, hem de içeriği tamamlayıcı bir araç olarak kullanabiliriz. Bunu yapmak için de videonun hem sosyal ağ hem de bloglarımızda tanıtımını yapabilir, grup üyelerinden veya blog takipçilerinden videoyu başkaları ile de paylaşmalarını rica edebiliriz. Bu arada artan video tıklanma oranları dikkat çekici bir seviyeye gelirse, çalışmaların son durağı olan geleneksel medyada yer alma konusunda katkısı olabilir.

Yukarıda saydığım düşünceler aslında yapılabileceklerin çok küçük bir bölümü.. Sosyal medya dediğimiz, yaratıcı düşünceye ve gelişime o kadar açık bir ortam ki küçük bir adım, bastığı yeri inletme mertebesine çok kısa zamanda erişebilir. Temel anlamda toparlarsam yaplabilecekler;

Sosyal medya ortamında yayınlanabilecek her türlü içeriğin belirlenmesi ve biraraya getirilmesi(ilgili web siteleri, bloglar, videolar, gönüllü formlarına bağlantı)
Bu içeriklerin belirlenmiş ortamlarda yayınlanmaya başlanması ya da mevcut içeriğin geliştirilmesi(facebook, blog)
Ortamlardaki oluşumların tanıtımının kendilerine uygun şekillerde yapılması(grup tanıtımları, blog tanıtımları)
Kullanılan her bir sosyal medya aracının bir diğeri ile bağlantısının kurulması(grup sayfasında blog linki, blog sayfasında grup linki)

Ulaşacağımız sonuç ise;

Bu çalışmalar sonucunda sosyal medya ortamını takip eden kişilerde İzmir Expo 2015 hakkında bilinç düzeyinin arttırılması ve gönüllü formlarının doldurulması…

Sosyal medya araçları ile yayın yapan oluşumların destek görme ve takip düzeyini dikkat çekici bir seviyeye getirerek, geleneksel medyada da yer almasının sağlanması ve sosyal medyayı takip etmeyen kişiler nezdinde de bilinç düzeyinin ve gönüllü girişim sayısının arttırılması

Aklıma gelenler şimdilik bunlar, yorumları beklerim…:)

18 Şubat 2008 Pazartesi

Başarılı İletişim ama Nasıl?

Başarılı iletişim kurmak=?...İşte bu boşluğu doldurmak için kitaplar çevirmeye gerek yok. Söylemek isteğimizi anlatabilmek ve karşımızdakinin söylemek istediğini anlayabilmek için zihnimizi açık tutmak. Sakin, esnek, empatik düşünebilme, yargısız infaz yapmama, dinleme becerisi; iletişim kurmak dediğimiz durumun ön koşulları..Bunları eminim herkes biliyor...Peki kurma eylemini yapan ya da yapmaya çalışan kim, tabiki de iletişim sektöründe çalışanlar değil. Sosyal olarak çevresiyle etkileşim içinde bulunan herkes...O yüzden de özellikle iş dünyasında nasıl başarılı iletişim kuracağını bilen insanlara çok ihtiyaç var. Eğer çözüm odaklıysak tabi!..
İnsan davranışları ve kişilerarası iletişimi gözlemek için deney laboratuarlarına ihtiyacımız yok. Bugün sosyal olarak etkileşim içinde bulunduğunuz herhangi bir insanın bir olaya tepkisi, kullandığı kelimeler, olaylara yaklaşım biçimi ve üslubu onun nasıl bir iletişim kurduğunun ya da kuracağının göstergesi...Özel psikolojik durumlar tabiki de insanın gündelik yaşamındaki tepkilerinde etkili oluyor fakat belki de ilk yapmamız gereken bu gerçeğin tutsağı olmadan kendimizden başlayarak genel bir duruşumuz olması gerektiğini ve insanları kafamıza göre asıp kesemeyeceğimizi anlamak.

Bu yeteneğin ne yaşla, ne eğitimle ne de iş dünyasındaki statünüzle ilgisi var. Bu yazıyı yazan benim, yaşım da gayet küçük fakat emin olun şu anda birçok kendimden büyük insanı, dünya görüşünün darlığı ve insan ilişkilerinden, iletişimden anlamayan kişiliği yüzünden utandırabilirim. Utandırmak diyorum yani yaptığının yanlış olduğunu kendisinin anlamasını sağlamak. Çünkü bana göre çözüm budur, karşımdakinin beğenmediğim üslubu yüzünden laf sayıp sayıp köşeme çekilmek değil...

Madem sosyalleştiğimiz elektronik ortamdayız, küçük bir örnek...Bu yazıyı okuyanlar eminim, başka bloglardaki yazıları da okuyorsunuz...Ve oradaki yorumları da...İnsanların sarfettiği cümlelere bakıyorsunuz... Bazıları kendinden emin, değişik düşüncelere açık, diyaloğu başarılı bir şekilde yürütebiliyor..Bazıları ise nedense hayattan, insanlardan ve kendinden intikam alırcasına saldırgan, bilmiş ve diyaloğa kapalı...İnsan kendi psikolojisini keşfetmeye başladığında diğerlerini de anlamaya başlıyor. Yani başarısız iletişim kuranlar daha doğrusu bunu farkedenler neden böyle davrandıklarını sorgulayıp iletişimi doğru yönetmeye başlayınca, hem kendilerine sıkıntı yaratan bu durumdan kurtuluyorlar hem de başka insanların doğru iletişim kurmasında yardım ediyorlar. Sonuç olarak başarılı iletişim kurmak, sadece kendi adımıza yapılan birşey değil, sosyal ilişkiler dünyamızı toplu halde güzelleştiren birşey...

Trafiğe bakalım bir de...Trafikte iletişim kurmak, camı açıp bağırmak çağırmak değil. Orada da farkında olmadan etkiler ve tepkiler içinde yol alıyor, işaretlerle anlaşıyor(?) ve iletişim kuruyoruz. Birkaç deneme yanılmadan sonra farkettiğim gerçek, farkettiğimden beri de anlatıp duruyorum. Bir araç sizden yol istiyor. Ona yol veriyorsunuz...Bir sonraki kavşakta o da önündekine yol veriyor. Bir araç sizden yol istiyor, vermiyorsunuz, aynadan dikizlerken de o aracın trafik kurallarını ihlal etmek için fırsat kolladığına şahit oluyorsunuz. yani kibar ve pozitif olmanın insandan insana yayılan bir etkisi var...tabi bu her önünüze gelen yol verin demek değil...Fakat bunu bir inat haline getirmediğinizde, yol verdiğiniz aracın da bir sonraki durumda sizin gibi davrandığını farkediyorsunuz...

Bunları yazmamın sebebi her geçen gün daha fazla başarısızca iletişim kurduğuna şahit olduğum insanlar...Bana dokunmayan yılan bin yaşasın demekten haz etmediğim için nacizane düşüncelerimi paylaşmak istedim...Hepinize başarılı iletişim kurduğunuz günler dilerim...:)))

6 Şubat 2008 Çarşamba

Kurumsal Web Siteleri: Zorunluluk ya da Katma Değer?


Web siteleri, internet ve e-ticaret ile ilgilenen herkesin bildiği üzere yeni Türk Ticaret yasa tasarısına göre Türkiye'de kurumlara, web sitesi oluşturma ve şirketlerle ilgili birtakım bilgileri web sitelerinde paylaşma zorunluluğu geliyor. Web sitesi tasarım, yazılım ve içeriği ile ilgili sektörü canlandıracak ve tahminlere göre istihdam oranlarını da baya arttıracak bu tasarı, bir zorunluluk olmaktan çıkacak ve şirketlere değer katacak seviyeye nasıl gelebilir, bu durum nasıl bir avantaja çevrilebilir üzerinde durmak gerek.

Bir araştırma sonucuna göre web sitesine ilk tıklayışı hüsranla sonuçlanan( yani içerik açısından aradığını bulamama, güncel olmayan bilgiler, sorunlu bağlantılar vesaire vesaire) kişilerin %40'ı tekrar ziyarette bulunmuyor. Kurum itibarına da zarar veren bu durum yerine sitelerin hiç yayında olmaması daha doğru. Fakat yayından kaldırma gibi bir seçeneğimizin olmayacağı, yeni yürürlüğe girecek kanunla beraber şunu anlıyoruz ki kurum itibarına değer veriyorsak web sitesini ziyaret eden hedef kitlemizi memnun edecek siteler tasarlamamız gerekiyor.

Teknik ve tasarım açısından çok fazla bilgim olmadan söyleyebileceklerim belki de ziyaretçi gözüyle sınırlı. Tabiki de aradığım, görsel olarak beni yormayan ve hızlı bir web sitesi. Bir iletişimci olarak ise kurumsal web sitelerinde, kurumun iletişimde bulunduğu her bir paydaş için (potansiyel ve mevcut çalışanlar, yatırımcılar, müşteriler, medya vesaire) içeriği anlamlı ve güncel olan bilgiler bulunması gerektiğini düşünüyorum. Hedef kitlenin arayışında olduğu bilgiye kolayca ulaşmasını sağlayan dili anlaşılır web sitelerini, kendi kurumumuz gibi düşünürsek aslında daha doğru olur. Nasıl ki kurumun kapısından memnuniyetsiz kişiler uğurlamak istemiyorsak web sitemizden de memnuniyetsiz ayrılan ziyaretçiler olmamalı...

Kurumsal bloglar ise web sitelerini bir adım daha ileriye götüren bir oluşum. İnteraktif iletişimin katkısına duyarlı ve stratejisini iyi belirleyen kurumlar gittikçe artan oranda bunu kullanmaya başladılar. Benim dikkatimi çeken tabiki de blogların yer aldığı dünyanın duayeni; GOOGLE...

Googlers diye nitelendirdiği çalışan topluluğunun kurum kültürünün nasıl önemli bir parçası olduğunu da böylece anlatmış oluyor...


Türkiye'de çalışmaları cesaretlendiren bir oluşum ise Altın Örümcek Web Ödülleri. Web sitelerini 53 kategoride değerlendirerek başarılı projeleri tanıtan yarışmanın 2007 sonuçlarına göre kurumsal web siteleri kategorisinde finale kalan projeler http://www.altinorumcek.com/ adresinde...Değerlendirme kriterlerinden biri olan "İÇERİK" için şu tanımlama yapılmış:

"Sitenin içeriği, hedef kitleye uygunluk, güncellik ve ilgi çekicilik açısından değerlendirilirken, sitedeki metinlerin, gerekli mesajları ne kadar etkin aktarabildiği de dikkate alınır.İçerik, sitede verilen bilgidir. Sadece metinden ibaret değildir. Müzik, ses, animasyon ya da video görüntüleri, sitede iletişimi sağlayan her türlü araç içerik olarak nitelenebilir. İyi olarak değerlendirilecek içerik, amacına uygun olan, izleyici için cazip ve alakalı olan içeriktir, Web için geliştirildiği, kısa, açık ve anlaşılır olmasından anlaşılmalıdır. İyi içerik, fikrini ortaya koyar, bir sesi ve bakış açısı olur. Bilgi verici, kullanışlı ya da eğlenceli olabilir ama her zaman daha fazlasını istemenizi sağlar."

Kurumsal sosyal sorumluluk raporlarının ne şekilde yayınlanmasının tercih edildiğini araştıran online anketler, çalışanların CEO ile yazışmasına imkan veren intranet uygulamaları, kurum tarihini anlatan kurumsal filmlerin videolarının yer aldığı bölümler vesaire vesaire... Aslında bir web sitesinin ne kadar etkin kullanılabileceğini ve itibara nasıl katkıda bulunabileceğini anlamak için yüksek bütçeli araştırmalara gerek yok. Sadece dışarıdan bir gözle kuruma, web sitesine bakabilmek ve yaratıcılık...

2 Şubat 2008 Cumartesi

Kurumsal Filmler


Kurumsal filmler, çalışan aidiyetini baz alan İK ve iç iletişim faaliyetlerinin geliştirilmesi yönünde etkileyici bir yöntem olarak kullanılıyor. Kurum kültürünü yansıtmak için kurgulanmış senaryolar üzerine çekilen filmler, aynı zamanda çalışanların yeteneklerinin keşfedilmesine de ortam hazırlayarak aidiyeti pekiştirebilir. Bu çalışmalara mücadele platformu yaratan 3. Kurumsal Film Festivali etkinliği başvuruları, Mayıs 2008'e kadar sürecek. "Corporate Film Fest 2008" etkinliğinin kapsamı, yarışmaya katılım koşulları, kategoriler hakkında ayrıntılı bilgiye http://www.corporatefilmfest.com/ adresinden ulaşabilirsiniz. Geçmiş dönem festival filmleri de aynı şekilde http://www.corporatefilmfest.com/cff2007.htm adresinde incelenebilir. Ekim 2008'de açıklanacak sonuçları şimdiden çok merak ediyorum.

Uzun yıllar Hindistan'da şirketler için kurumsal filmler çeken Randor Guy, Joseph Fernandez tarafından yazılan Corporate Communications: A 21st Century Primer kitabında marka imajını oluşturan şirketler açısından, kurumsal filmlerin, izleyenlerin dikkatini çeken etkili bir araç olarak tercih edildiğinden bahsediyor. Guy, kurum tarihini, fikrini ve temsil ettiği herşeyi ileten bir araç olarak filmlerin, kurum efsaneleri yarattığına inanıyor.

New York Festivalinde "Certificate of Excellence" ile onurlandırılan Metro Grubunun 2007 yılındaki kurumsal filmi, görsel, işitsel ve içerik açısından çok başarılı. İzleyenlere gerçekten bir kurumun ne için var olduğunu anlatan sıcacık bir film...



27 Ocak 2008 Pazar

Küresel Sözleşme ve Türk şirketleri


Türkiye'de sorumlu işletmecilik felsefesiyle yola çıkan şirketler, Birleşmiş Milletler tarafından hayata geçirilen Küresel Sözleşme'ye (Global Compact) gün geçtikçe daha fazla ilgi göstermeye başladı. Kurumsal sosyal sorumluluk adına, insan haklarının korunması, olumlu çalışma standartları, çevre koruma ve yolsuzlukla mücadele başlıkları altında 10 evrensel ilke çerçevesinde işlev görmeyi hedefleyen şirket ve STK sayısı bugün itibarıyla Türkiye'de 119'u bulmuş durumda. Aralarında Koç ve Eczacıbaşı gibi Türkiye'nin önde gelen holdinglerinin de bulunduğu Küresel Sözleşme üyeleri, gönülllü bir girişimle geliştirdikleri projelerle sözleşme ilkelerini uygulamaya koyuyorlar. Kaydedilen "ilerleme hakkındaki iletişim" ile örnek vakalar, Küresel Sözleşme resmi sitesi olan "http://www.unglobalcompact.org" adresinde incelenebilir. Şu anda Türkiye bölümünde, Global Tanıtım'ın "Global Green" çalışması süregelen bir proje olarak varlık gösteriyor.


Yaşadığımız çağın en büyük çevre sorunu olan Küresel Isınma'ya karşı sorumluluk hisseden Global Tanıtım, bu soruna dikkat çekerek, konuya duyarlı hissedarların sürdürülebilir şekilde katılımını sağlamak ve çözümü destekleyici uygulamaları şirket çapına yaymak adına güzel bir çalışma gerçekleştirmiş. Projenin ayrıntıları ve elde edilen sonuçları "http://www.globaltanitim.com/eng/GlobalGreen.html" adresinde...


Kurumsal sosyal sorumluluk, her ne kadar bazen küresel sermayenin karıştırdığı bir dünyanın geri kazanılması adına aynı küresel sermayenin günah çıkarması olarak eleştirilerin hedefi olsa da, gerçek anlamda şirket kültürü ve uygulamaları ile örtüşen "sorumlu" bir duruş sergilendiğinde, küresel ve yerel anlamda büyük katkılar sağlıyor. Bu katkıların sinerjik bir şekilde paylaşılmasına bir platform oluşturan Küresel Sözleşme, umarım, bahsedilen başlıklar altındaki küresel sorunların çözülmesi konusunda gün geçtikçe daha fazla şirkete yol gösterici olur.


Katılımcı Türk şirketlerin çalışmalarını kendi web sitelerinde inceleyebilirsiniz...





17 Ocak 2008 Perşembe

İşveren Markası ve Mükemmel Aday Deneyimi


Marka, kuşkusuz, şirketlerin en önemli varlıklarından biri haline geldi. Sadece üreticiden tüketiciye doğru zihinde yaratılmak istenen algı çalışmaları dışında, rekabet dünyasının arayışları ve kurumsal başarıyı ilgilendiren birçok faktörle beraber, değişik alanlarda da markalaşma, ileriyi gören şirketlerin stratejik planlamalarında başrollerde oynuyor. "Employer Brand" yani "İşveren Markası" ise potansiyel, mevcut ve eski çalışanlarınız gözünde nasıl bir İŞVEREN olduğunuzla ilgilenen birkaç yıllık bir kavram. "Great Places to Work" ve"Fortune 10o Best Companies to Work For" gibi araştırmaların sonuçlarına ve kamuoyu yansımalarına bakınca, iyi bir işveren olmanın, stratejik düşünen şirketler için bir tercih değil gönüllü bir zorunluluk haline geldiğini anlamak pek zor olmuyor.

Candidate Experience(aday deneyimi), açık olduğu üzere potansiyel çalışanlarınızla ilgilenen bi kavram. İşe alım süreçlerinde kişi ile ilk iletişim kurulan noktadan başlayarak görüşme sırasındaki tavırlara, olumlu ya da olumsuz geri dönüşlere kadar uzanan bir alanı kapsıyor. Peki neden önemli bu "candidate experience"?

Şimdi teorileri bir kenara bırakalım ve iş arayan herkesin başına en az bir kere gelmiş birşeyden söz edelim: İş görüşmesi. Bir şirket sizi iş görüşmesine çağırıyor, fakat telefondaki kişi sanki yapmaması gereken birşey yapıyormuş kadar sizinle konuşmaya isteksiz. Görüşme saatinde oradasınız, fakat görüşmek için 2 saat daha bekletiliyorsunuz. Daha sonra iş görüşmesi için bir odaya alınıyorsunuz fakat ortada geç kalındığı için özür dileyen kimse yok. İş görüşmesini yapan kişi cevaplarınızdan çıkardığı analizleri direk yüzünüze söylüyor ve pek de saygılı değil. Biz sizi olumlu ya da olumsuz ararız diye gönderiyorlar. Sonra haftalarca ses yok...Bu ve buna benzer birçok olumsuz aday deneyimi sıralayabiliriz...

Pazarlama dünyasına süzülenler kulaktan kulağa pazarlamanın gücünü bilirler. Olumlu veya olumsuz, insanlar birbirlerine deneyimlerini ya da başkalarından duydukları deneyimleri aktarmak için sadece yüzyüze olmaya muhtaç değiller. Gelişen teknoloji sayesinde, sağır sultan duymasa bile okuyor artık. Böyle bir gerçekliğin ortasında, bir gün şirketinizdeki olumsuz aday deneyimleri ile ilgili sıralanmış düşünceler görmek istemiyorsanız, aşağıda belirtilen linkteki orjinal düşüncelere kulak vermekte fayda var. Tabi amacınız hala "tercih edilen işveren olmak" ise...



Okuduklarım içinde en çok dikkatimi çeken, işverenlerin olumlu ya da olumsuz size haber vereceğiz dedikten sonra büyük oranda hiçbir zaman haber vermemesi. Evet, bu benim de başıma geldi. Görüşme süreci sona erdirilmiş adayla kurulacak iletişim, nedense bir külfet gibi görülüyor. Oysa ki ayrılacak kısa bir zaman ummadığınız harikalar yaratabilir. Bu konuda takdir etmek istediğim firma ise P&G, kendileri ile birkaç görüşme aşamasından sonra düşünmediğim bir pozisyon olduğuna karar vermemle beraber(kızmayın, pozisyonun geleceğini öğrenebilmek için o noktaya gelmem gerekiyordu) bana görüşme noktasından ayrıldıktan sonraki 2 saat içinde bir mail attılar. İnanın, böyle bir mail sadece benim P&G ile ilgili düşüncelerimi değil bu deneyimi paylaştığım herkesi etkiledi.(Bkz: şu anda bunları okuyan siz).
"Candidate experience" sadece görüşme ve görüşme sonrasıyla değil, genel iş arayanların sizinle ilk irtibat kurduğu noktalarda da değerlendirilebilir. Bu yüzden özellikle kurumsal web sitelerinin, kurum kültürü ve çalışanları ile ilgili bilgiler vermesi, adayı olumlu etkiliyor. Net bir şekilde potansiyel çalışan olarak kimleri hedeflediğiniz, değerleriniz, vizyonunuz, misyonunuz ve nedenler...İnsanlar neden sizinle çalışmak istesin...Şirketi ve neden çalışmak için iyi bir yer olduğunu araştırma imkanı veren kurumsal web sitelerinin, kurum itibarına katkısı çok büyük. Bu konuda en iyi uygulama örnekleri ile ilgili, aşağıdaki araştırmaya göz atmanızı öneririm.


İşveren Markası insan kaynakları uygulamalarından çok daha fazlası aslında. Her ne işveren markası programı hazırlarsanız hazırlayın, edinilen deneyimlerle verilen vaadlerin kesişmemesi, her markayı olduğu gibi işveren markanızı da baltalayabilir. Bu yüzden iyi bir aday deneyimi, şirketlerin kendilerini kanıtlamaları için iyi bir fırsat. Doğru ve aksaksız bir aday deneyimi, nihai amaçlardan biri olan kurumsal itibara önemi farkedilmeyen bir şekilde katkıda bulunuyor. Rekabet dünyasında farkı farketmek gerek....

7 Ocak 2008 Pazartesi

İmaj...İmaj...İmaj!


Elimde bir mektup var, 25 Temmuz 1995 tarihli. Oxford Üniversitesi yayınlarının merkezinden yani Oxford'tan benim ve bir arkadaşım adına gönderilmiş. 12 yaşında çocukların Oxford Üniversitesi yayınları ile ne alakası olabilir, bakın anlatayım.


Efendim, bir zamanlar biz de İngilizce bilmezdik. Sonraları İngilizce öğreneceğimiz zaman, Project English 3 adında bir kitap önümüze kondu, okumaya başladık. Çeşitli illüstrasyonlarla zenginleştirilmiş kitabın Carstairs ve Carruthers adlı iki kahramanı vardı. Bu kahramanlarımız bütün ülkeleri dolaşır, orada türlü maceralara atılırlardı. Gel gelelim, birgün Türkiye'ye de uğradılar. Bir de ne görelim,"iki çocuk aklımızla", Türkiye diye tabir edilen yer buralara pek benzemiyordu. Kafalarına fes geçirmiş kahramanlarımız Türkiye diye tabir edilen bir ülkede oradan oraya koşuşturuyorlardı. Tabi biz de buna kayıtsız kalmamalıyız dedik ve o dönemki İngilizce öğretmenimizin de yardımıyla yazar Tom Hutchinson'a bir mektup gönderdik.(elektronik mail falan hak gettire tabi...). Nihai amacımız ise ülkemizin, bu kitabın okutulduğu birçok ülkedeki çocuklar, geleceğin büyükleri tarafından yanlış tanınmasını istemediğimiz için karikatürlerde düzeltme yapılmasıydı.


Çok geçmeden Editor Paul Davies tarafından cevap geldi. Paul Davies, yazar adına bizlere cevap vererek, bu karakterlerin hikayelerinin Türkiye’de cumhuriyet kurulmadan önceki dönemde kurgulandığını o sebeple bir yanlışlık olmadığını fakat bu rahatsızlığımızda haklı olduğumuzu ve Türkiye’nin diğer ülkelerde bu kitabın okutulduğu kişiler nezdinde yanlış bir imajının oluşmaması için karikatürlere bir dipnot ekleyeceklerini ve Türkiye’de cumhuriyet kurulmadan önceki döneme ait olduğunu belirteceklerini söylemişti.


Ah ne güzel, ne güzel...Fakat çocuk aklım bir iş yapıp ardından takip etmek gerektiğini bana hatırlatacak kadar yetkin değildi. Yıllar sonra birgün bu mektubu bulunca, elektronik mail güzelliklerinden de yararlanarak Oxford Üniversitesi Türkiye ofisine konu ile ilgili mail attım. Verilen cevabı aynen aktarıyorum:


"Sayın Özgül,

Project English editorlerin verdiği yanıt yerinde olmuş. Öyküde Geoffrey Chaucer’in Canterbury Tales isimli kitabından esinlenilmiş. Öyküler 1800’lerde geçiyor. Project kitabının 1997 yılında 2.edisyon yapıldı. Tamamen farklı bir seri oldu. 3 düzey olan seri 5 düzeye çıktı. Gelecek yıl 3.edisyonu çıkacak. Başka bir deyişle, dünya genelinde oluşan farklı gereksimlerden dolayı size sözünü ettikleri eki yapmak yerine seriyi tümüyle değiştirmeye karar verilmiş. Sizin kullandığınız edisyon artık kullanılmıyor. Yeni edisyonlarda böyle bir öyküye yer verilmemiş....."


Yani bir düzeltme yapılmasına bile gerek kalmadan tamamen kaldırılmış.


Belki işlevselliğini yitirdiği konusunda bizim mektubumuzun da katkısı olmuştur, kimbilir, fakat o dönemlerde bir çocuk olarak ülkemizin imajı konusundaki çabamıza bakıyorum da, cidden nelere kafa yormuşuz diyorum. Yıllar sonra algı yönetimi olarak da tabir edilen Halkla İlişkiler'e başkoyacağımı bilemezdim ama şunu anladım ki, imaj dediğimiz kavram en ufak ayrıntıdan tutun da en büyüğüne kadar bir alanı kapsıyor. Bir de tek bir aksaklığın, domino taşlarının zincirleme yere serilmesi gibi, tüm imajınızı altüst etme ihtimali var. Sanırım bu yüzden de bir Halkla İlişkiler uygulayıcısının, en ufak ayrıntıyı bile atlamaması gerekiyor.


Sadede gelirsek, evet karikatürler yayından kaldırıldı, böylece doğru ya da yanlış algılanacak herhangi bir mesaj da kalmadı. Fakat çocuk aklının çabaları, Türkiye'nin dış dünyaya sergilenmek istenen yüzü için yapılan çalışmaların milyonda biri değildi. Şimdilerde ise, nasıl bir imajımız olduğundan ziyade bizim tarafımızdan nasıl bir imaj yaratma amacındayız onu düşünüyorum. Birey ya da devlet, en ufak girişimden en büyüğüne kadar bir bütünlük sunulmadığı takdirde de bu ülkenin bir imajı olacağına inanmıyorum.


Umarım 2008 ve geri kalan tüm yıllar, ülkedeki tüm etnik kökenlerin, tüm dinlerin, tüm cinsiyetlerin, yaşlısından gencine, barış içinde yaşadığı, ülkelerini sevdiği ve bir bütünlük içinde dış dünyada her şekilde temsil etmek istediği olaylara şahit olur. Böylece bireysel imaj çabaları da bir anlam kazanır."Ahh keşke ama nerede" dediğinizi duyar gibiyim..Ama ben yine çocuk aklımla bu ütopyaya inanmak istiyorum...


5 Ocak 2008 Cumartesi

Blogger Olmak!






Herşey, iki bilgisayarın 1965'te birbiri ile haberleşmesi sağlanarak başladı...bkz.: İnternetin bulunuşu.


Çaylak dönemlerde kompozisyon yarışmaları birinciliği, çaylak dergilerinde baş yazarlık, bitmek tükenmek bilmeyen bir edebiyat üretme mekanizması, kısa dönem değişik? bir konsepti olan sitede köşe yazarlığı, forumlarda kesilen ahkamlar, başka bir blog sitesinde ne olduğunu kavrama telaşı, sürekli gözlemci, araştırmacı, analizci bir kişilik ve paylaşma tutkusu beni buralara sürükledi. 2008'in ilk günlerinde tarihi gelişimime dayanarak ben de bir "Blogger" olmaya karar verdim. Yani söylemek istediklerimin içimde patlayıp buhrana yol açmadığı zamanlarda, web sitesi tasarlama yükünden beni kurtarmasına minnettar olduğum bir ortamda inciler dizeceğim. En sevdiğim yönü ise (umut ediyorum ki) geribildirimli bir ayna misyonu yüklenecek olması. Bugüne bugün iletişimci sayılırız, söyleyeceklerimizle ilgili geri dönüş almayacaksak neden söylüyoruz ki, değil mi?


Günümüzde kişisel ve kurumsal mesajların çok basit bir kaynaktan kitlelere duyurulma aracı olan blog, tırnak aralarında geçen her türlü olgunun, pozitif olduğu kadar negatif bir şekilde de yansıtılabileceği, kontrolü zor bir sosyal medya aracı haline geldi. Etik ve yasal yaptırımların kısmen de olsa sınırlar çizdiği bu ortamda, insiyatifi eline alan bilirkişi, paylaşıyor, soruyor, sorguluyor, tartışıyor. Aradaki mesafeler yokoluyor, insan kendini inanılmaz bir bilgi havuzunda yüzerken buluyor. Bilgiyi ayıklamak, anlamlandırmak ve algılamak kişisel tercihlerin doğasına bağlı fakat yine de insanların birbiriyle haberleşmek için dumanı kullandığı zamanlara nazaran şanslı bir çağda yaşıyoruz.


Hangi amaca hizmet ederse etsin, blog yazılarınızın bir anda tanımadığınız yüzlerce kişinin algısında kendini bulma ihtimali var...Tek yapmanız gereken ise "blogger" olmak ya da olmamak... Sanırım bütün mesele bu.