25 Kasım 2011 Cuma

Sürdürülebilirleştirebildiklerimizden misiniz?

Geçtiğimiz günlerde Guardian UK , "Sürdürülebilir yaşam ve davranış değişikliği" konulu panelini livestream olarak yayınladı. Konuklar arasında sürdürülebilirlik hedefleri ve çalışmaları ile öne çıkan dünyanın en büyük hızlı tüketim şirketlerinden Unilever CEO' su Paul Polman da yer alıyordu. Polman' ın ağırlıkla değindiği gelişmekte olan ülkeler, alt yapı sorunlarından dolayı hijyen, beslenme gibi en temel yaşam standartlarına kavuşmanın büyük bir çağ atlamak olarak nitelendirildiği ülkeler. Bu ülkelerde mikro-krediler, mikro ürün satışı ve bilinçlendirme çalışmaları ile sürdürülebilir yaşam standartlarına kavuşmaları sağlanmaya çalışılıyor. Polman bu noktada dünyanın kaynak tüketimindeki arsızlık ve dengesizliği vurguluyor: "poorest people paying the highest price- en fakir insanlar en yüksek bedelleri ödüyor".
Günümüzde hükümetler ve şirketler tarafından çokça vurgulanan sürdürülebilirliğin en temel öğesi olan Çevre' yi, her bireyin günlük tüketimi ile birlikte etkileşime girdiği, bir şekilde etkilediği ve etkilendiği o Çevre' yi anlamak ve onun için bir şeyler yapmak kolay değil. Kİm kimi harekete geçiriyor ve en etkin kim, bu sorulara cevap aranıyor. Farkındalık yaratma ve aksiyona geçirme konusunda şirketler mi daha güçlü, yoksa hükümetler mi? Yasal yaptırımlar olmasa, halihazırda gerçekleştirdiğimiz duyarlı hareketleri hala gerçekleştiriyor olur muyduk? Sürdürülebilir tüketime bakış açımız daha az tüketmek mi yoksa çevreye duyarlı olanı tüketmek mi? Tüm bu sorulara cevap ararken, çevresel hareketlerin tarihine göz atıyoruz. "Çevre Duyarlılığı" nın politik gündeme alınmasının sebebi çok basit bir şekilde açıklanıyor: Toplumsal uyanış ve baskı...
Peki ya bugün, tarihte o çevresel hareketlere önderlik eden, politik gündemin dikkatini çeken kişiler neredeler? Nerede olduklarını biliyoruz aslında, daha doğrusu değişime önderlik edecek kadar neden dikkat çekemiyorlar? Malini Mehra diyor ki: "Herkes birbirinden liderlik etmesini bekliyor, biz aslında sorumluluğu hepimiz paylaşıyoruz." İnsanlar değişti ve değişime devam ediyor iddiasındayız. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki "Green washing" dediğimiz göz boyama sevdalısı duyarlılık çalışmalarına burun kıvrılıyor. Sosyo-ekonomik ve çevresel duyarlılığı olan şirketlerde çalışmak istiyoruz. Algı düzeyinde, -duyarlı- olan kurumlara ve kişilere sempati duyuyoruz. Peki ya sürdürülebilir yaşamla birebir ilişkili olan kendi davranışlarımızda değişiklik yapmak o kadar kolay mı? Yapılan başka bir araştırma da gösteriyor ki çevresel duyarlılığı yüksek bir ambalaj değişikliğine gidilen ürünün satışlar düşüyor. Neden? Çünkü insanlar yeni ambalajın çıkardığı hışırtı sesinden hoşlanmıyor!
Anlaşılan o ki bahsettiğimiz davranış değişikliğini yaratmak o kadar kolay değil. İnsanların tüketim alışkanlıkları ise Maslow teorisini kökünden sarsıyor. Mehra' nın değindiği bir nokta var ki çok dikkat çekici: Hindistan' daki mobil telefon sayısı tuvalet sayısından kat kat daha fazla. Ama bu insanlar bisikletlere biniyorlar. Temel yaşam ihtiyaçlarının tam karşılanmadığı bir yerde, sürdürülebilir yaşama çağrı ne kadar yanıt bulabilir? Ya da alt yapı uygunsuzluğu yüzünden bisikletle ulaşım sağlanayamayacak bir şehirde metropol insanlarını ne kadar suçlayabilirsiniz? "Tüketiciden Nirvana' ya kendi kendine ulaşmasını bekleyemezsiniz."
Devlet eliyle yapılan yasal düzenlemelerin gönüllülük esasına dayanmamasına rağmen bir hayli kayda değer değişimler yarattığı da bir gerçek. Bu yüzden deniliyor ki yasa ne kadar hızlı geçerse, değişim o kadar hızlı olur. Fakat seçim argümanları, birbirinden farklı politik gündemler ve kaygılar, kadın ve gençlerin cesaretlendirilmediği sistemler, hepsi ama hepsi bu değişimlerin önünde büyük bir engel teşkil ediyor. Bu noktada eğitim çok önemli bir rol oynuyor...Fakat eğitim sadece çöpünüzü nasıl dökeceğiniz ile ilgili değil. Eğitim aslında sosyal amaçla taşıdığınız sıfatları, ürünleri, aslında neyi neden yaptığınızı kavramanıza yardımcı olmalı. Sosyal aktivistlik popüler oldu diye sosyal aktivist olan birinin yarın -ne- olacağını bilemezsiniz?
Aslında sürdürülebilirliğin sistemin kendisiyle bir derdi yok sadece niteliği ile ilgili var. "Toksik, endüstriyel kapitalizmden, sürdürülebilir ticaret kapitalizmine" geçiş için bastırıyor.
Ekonomik, çevresel ve sosyal yönleri ile sürdürülebilirlik, Kyoto' nun sona erdiği 2012, insan hakları ihlallerinin çığrından çıkması olası 2012, gelir adaletsizliğine ve ekonomik krizlere başkaldırıların daha da yoğunlaşacağı 2012 yılı ile birlikte tüm dünyanın ana gündem maddesini oluşturacak gibi görünüyor.

Hiç yorum yok: